İnsanız; görmek, görünmek ve göstermek istiyoruz. İnsanız; göreceli olan her şeyden çabucak usanıyor ve basiretimizi uyandıracak bir dokunuşa ihtiyaç duyuyoruz. Dönüp dolaşıp kendine toslayan insanlar var ya, hani kendi duvarlarını yıkmanın derdinde olanlar; işte onlara çiçekler yollamak istiyoruz. Bazen sahildekilere, huzurun denizin derinliklerinde olduğunu haykırasımız geliyor. Bu yüzdendir ki, bazen yolcusu olduğumuz gemide gedikler açmak istiyoruz. Bazense dozerlerin karıncaları hesap etmeyen nobranlıklarına şahit oluyoruz. Böyle durumlarda kanımız dalgalanıyor. Kanımız dalgalanınca kendimizi Kadıköy’ün hayata açılan sokaklarında buluyoruz.
1 Mart Çarşamba akşamı Çaykolik Sohbetlerinin üçüncüsünü düzenlemek üzere bir kez daha Kadıköy’de buluştuk. Beyoğlu kıskançlığından çatlasa da, Üsküdar gücenip kırılsa da mekânımızı değiştirmeye niyetimiz yoktu. İmkân ile mekân arasındaki ilgiyi Kadıköy’de fark etmiştik, dolayısıyla Kadıköy’ü tercih konusu yapmamız mümkün değildi.
Sulhi Ceylan ve Feyyaz Kandemir buluşma zamanından bir saat erken gelerek semti vuslat için hazır hâle getirdiler. Birkaç kitapçıyı ve Bahariye caddesini turladıktan sonra mekâna geçtiler. Kimler yoktu ki o akşam Çaykolik’te? Genç ve orta yaşlı şair adayları, esnaflar, işçiler, memurlar ve elbette talebeler. Elbette diyoruz çünkü talebelik hepimizin ortak noktası. Birbirimizin hocası ve talebesi olmak en iyi yaptığımız şey. Başka türlüsünü beceremiyoruz zaten.
Muhabbet hızlı başladı. Çaykaralı Ahmet simitleri masaya bırakınca, Çaykolik’in emektarı Fatih durur mu, o da hemen masayı çayla donattı. Şiirlerini Sulhi Ceylan’a arz eden şair adayları, aslında edebî kariyerlerini riske attıklarının farkında bile değillerdi. Genç şair adayı Mustafa, Sulhi’nin eleştiri oklarına hedef olunca içinde bir şeylerin zangırdadığını hissetti. Teselliyi dışarıya çıkarak sigara içmekte buldu.
İbrahim Aksu’nun yokluğundan istifade eden Sulhi, sağlı sollu ataklarla nefislerimize hücum ediyordu. Derken Muhammed Furkan çıkageldi. Savunmaya kapanan Sulhi arada kontra ataklarla kalemizi yoklamaktan geri durmuyordu. Nihayet mevzu kibre gelince kendi kalemize birçok gol attığımızı acı da olsa fark etmiş olduk. Eleştiriyi kaldıramayan, belaya sabredemeyen, kazandığını kendinden bilip kaybettiğini Rabb’inden bilen insanların kibir bataklığına batmış olduklarını ve dahasını konuştuk. Hatta bir ara rıza makamına bile girdik. İşte tam bu sırada Feyyaz baltayla gemiyi delmeye yeltenmişti ki araya giren Muhammed Furkan sohbetin bütün efsununu dağıtıverdi. Birden hepimiz sahile savrulduk ve bir ses duyuldu; baktık ki Feyyaz baltayı taşa vurmuş.
Daha fazla Çaykolik’te kalamazdık. Çay paralarını ödeyip Kadıköy’ün sokaklarına teveccüh bile etmeden metroya yani yerin dibine doğru yol aldık. Birbirimize birkaç mısra okuyup rahatlamaya çalıştıysak da, aklımız karaya vuran gemide kalmıştı. İçimizden bir ses bir an önce eve dönüp bir örtünün altına girmemiz gerektiğini söylüyordu. Evet, en doğrusu buydu. Deryanın derinliğine dalamamıştık ama derin bir uykuya dalmak için yeterli bir sebebimiz vardı: Hepimiz çok yorulmuştuk.
Edebifikir Haber Ajansı