Geçtiğimiz hafta sonu dergi ve sahaf festivalleri için İstanbul’daydık. Güzel insanlarla, güzel dergilerle ve güzel kitaplarla bol bol vakit geçirdik. Kültür turizmine katkımız oldu. Nihayetinde o iki gün de sona erdi ve zihnimizde unutulması zor hatıralar arasında yerini aldı.
Eskişehir’de eve geldiğimde evin epeyce kalabalık olduğunu kapının önündeki ayakkabılardan anladım. Beni karşılamak için toplanmış olamazlardı herhalde. Kapıyı açıp içeri girdim. Herkes salondaydı. Salona girdiğimde ise hepsi aynı anda ayağa kalktı. Bana en meraklı bakışlarını attılar. Şaşırmıştım. Kısa süreliğine bir sessizlik oldu. Selam bile veremedim. İçlerinden biri “Aydoğan K nasıldı?” diye sorarak sessizliği bozdu. Herkes hâlâ ayakta, ben hâlâ şaşkındım. Şaşkınlığımdan olsa gerek soruyu normal buldum ve “İyiydi” cevabını verdim. Bir başkası da “Hayır, Aydoğan K iyi olamaz. Mutlaka çok iyidir, mükemmeldir, muhteşemdir, harikuladedir…” diyerek beş dakika boyunca tüm güzel sıfatları saymıştı. Ne yani? Bu kadar insan Aydoğan K’nın ahvalini öğrenmek için mi toplanmıştı? İnanılır gibi değildi. Biri de “Fotoğrafını çektin mi?” diye sordu. Çekmediğimi söyleyince beni epeyce azarladı. Şaşkınlığım geçmeye başlıyordu. Ortama alışmaya ve yavaş yavaş da Aydoğan K’yı kıskanmaya başlıyordum. Hepsi benim arkadaşımdı. Bana hiçbir zaman bu kadar ilgi gösterdiklerini görmemiştim. Dayanamayıp sordum: “Hayırdır, bu Aydoğan K merakı nereden geliyor? Onu nasıl bu kadar çok sevebiliyorsunuz?” Biri cevap verdi “Aydoğan K’nın ismi de cismi de sırdır. Bu yüzden merak duygumuz o kadar büyüdü ki gelişimini tamamlayıp sevgiye, hayranlığa dönüştü.” Anlam veremiyordum. Mutlaka yedikleri ya da içtikleri bir şey dokunmuş olmalıydı. O sırada hep bir ağızdan Bir Ay Doğar adlı Malatya türküsünü söylemeye başladılar. Türkü sözünde ufak bir değişiklik yapmışlardı. “Bir Aydoğan ilk akşamdan geceden…” olarak değiştirmişlerdi ve sadece bu kısmını söylüyorlardı. İnanması güç ama bu türkü eşliğinde halay da çektiler. Kısa bir süre kendi ismime uyarlayabileceğim bir türkü düşündüm ama bulamadım. Sonra da yorgun olduğumu ve biraz dinlenmem gerektiğini söyledim. İçlerinden biri “Sen anca yatarsın zaten. Asla bir Aydoğan K olamayacaksın. Hiç kimse olamayacak. Bir gerçek yazar vardır; o da Aydoğan K.’dır. Sulhi Ceylan’ı da Aydoğan K ile konuşmaları vesilesiyle seviyoruz. Bu arada onlara da söyle, bol bol birbirlerini arayıp konuşsunlar. Gerekirse biz onlara kontör göndeririz. Hadi git yat şimdi.” dedi. Ben de gidip yattım.
Ertesi gün birkaç işimi halletmek için çarşıya çıkmıştım. Çarşıda da birçok arkadaşımı gördüm ve hepsi de “Hafta sonu İstanbul’daymışsın. Ee! Aydoğan K nasıldı?” diye sohbete girdiler. Hepsine de “Arkadaşım, ben o adamı gördüm, abarttığınız kadar yok. Tamam, benden iyi olmasın, iyi biri. Ama nedir bu sizdeki merak, anlayamıyorum.” dedim. Ve sohbet burada son buldu. Kıskanmak, hiç bu kadar iğrenç olmamıştı.
Akşama doğru eve geldiğimde evde yine büyük bir kalabalık vardı. Salonda hummalı bir çalışma yapılıyordu. Ne yaptıklarını sorduğumda “Hatıralarımızı koliliyoruz. Ama Mehmet Raşit Küçükkürtül’e değil Aydoğan K’ya göndereceğiz” dediler. Ne göndereceklerine baktım. Kolilerin içinde eskimiş elbiseler, çiğnenmiş silgiler, birikmiş sigara kutuları, kullanılmış jiletler… vardı. Aydoğan K hatıralara talip olarak kendisi kaşınmıştı. Evi çöp eve dönecekti. Fakat içlerinde birkaç tane de Aydoğan K’ya gönderilememiş mektup ve şiirler vardı. Bir şiiri okudum.
“Aydoğan Aydoğan
K K
Yanık sigaramın filtresindeki
En sarı fiyaka…”
Hiç bozuntuya vermeden şiirin çok güzel olduğunu ve Aydoğan K’nın şiire bayılacağını söyledim. Hepsinin gözü belerdi. Hevesle kolileri doldurmaya devam ettiler. Kolileme işlemi bittiğinde kolileri nasıl göndereceklerini konuşuyorlardı. Karar verildi ve kargo parasını benden istediler. Ben de “Ben mi dedim size gönderin kolileri diye? Gidin Aydoğan K’dan isteyin kargo parasını.” dedim. Aydoğan K’nın ismini zikrettiğim sırada, biri “Ay”, diğeri “Doğan”, öteki de “K” diye bağırarak cuş-u huruşa geldiler. Anlaşılan durum tehlikeli boyutlara ulaşmıştı. O an kıskanmak yerine kaygılanmaya başladım.
Kaygı verici bu durumu düzeltmek için ilk iş Aydoğan K’yı Eskişehir’e getirmek olacaktı. Aydoğan K’nın şavkı vurmalıydı gençlerin yüzüne. Belki burada biraz hırpalanacaktı ama gençlerin sağlığı için o buna değerdi.
Muhammet Emin Oyar
17 Yorum