“Belki Gelirsin Diye”

Altı üstü dünyayı kurtarmak gibi bir derdimiz vardı, hepsi bu… Dünyayı ayaklarımızın altına alabilsek, dünya bizi başının üzerinde taşımaya çoktan razıydı. Biliyorduk ki ânı fethettiğimizde, çağı da kendimize râm edecektik. Bizden öncekiler de aynısını yapmamışlar mıydı? Fakat rüzgârlı bir mevsimdeydik ve zaman hızla geçiyordu. Zaten rüzgârın bir anlamı da zaman demekti. Rüzgâr esip geçse de hiçbir şeyi geçiştirmiyor, her şeyde bir iz bırakıyor ve maddenin içine doğru sızabileceği bir aralık, bir boşluk bulmak için durmadan, durmadan ve durmadan arıyordu. Rüzgâra imrendik ve aramanın ehemmiyetini bir kere daha fark ettik. Aramak bir yolculuksa evvela bir yol ve dahi yoldan da önce yoldaş bulmak elzemdi. Nasipliydik çünkü yoldaşlık edebileceğimiz dostlarımız vardı. Biz de Çarşambanın gereğini sadâkatle yerine getirdik ve Çaykolik Sohbetlerinin beşincisini düzenlemek üzere bir araya geldik. Bu, kendimizi kurtarmak ve birbirimizi kollamak için atmamız gereken ilk adım olduğu gibi yolda olduğumuzun da bir göstergesiydi. Geriye, dünyayı kurtarma teşebbüslerinden birini daha gerçekleştirmek kalıyordu, hepsi bu…

Mekâna geldiğimizde Çaykolik’i bizim için hazırlanmış bulduk; masalar ve tabureler dizilmiş, kanımıza karışmak için sabırsızlanan çay, demini almış vaziyette bizi beklemekteydi. Belli ki muhabbet yine başladığı anda koyulaşacak ve Kadıköy ilk kez tecrübe edeceği tecellilere şahit olacaktı. Sulhi Ceylan, Fahreddin Râzi’nin tefsirinden bir paragraf okuyarak girizgâhı yapıverdi. İlmin ve ibadetin hazzı, araçların amaçlaştırılması, zamanın kıymeti gibi konular etrafında ilerleyen sohbet dönüp dolaşıp hakikate dayandı. Feyyaz Kandemir masanın üzerindeki nimetlere baktı ve ortada bir çelişki olduğuna dikkat çekerek: Bir yandan fıstıklı baklava yiyip nefsimizi azdırıyor, bir yandan hakikatten bahsediyoruz, hiç samimi değiliz, dedi. Bunun üzerine Sulhi, vaktiyle şahit olduğu bir durumu anlatarak bu zayıf itirazı cevaplandırmış oldu. Veli bir zat ile iki kere kahvaltı yaptığını, ilkinde masada dünden kalan çay ve biraz ekmek, ikincisinde ise envâi çeşit nimet olmasına rağmen, velinin her iki kahvaltıyı da aynı şevkle yediğini ve önemli olanın nimetler arasında ayırım yapmamak olduğunu belirtti. Yani asıl mesele, simidi ve baklavayı bir görebilmekti. Önündeki simide odaklanan Feyyaz, milyarlarca un zerreciğinden yapılan ve üzerinde binlerce susamın bulunduğu simidi, kesrette vahdetin bir simgesi olarak gördü ve irkilerek kendini kapıdan dışarı atıverdi. Derken Serdar Kocabaş ve ardından Furkan girdi içeri. Sayımız giderek artıyor, masalar uzadıkça uzuyor, cevaplar sorulara ekleniyor, dakikalar dakikaları kovalıyordu. Ekip muhabbetin koyulaşmakla kalmayıp gitgide katılaştığını anladığında, çay paralarını ödeyip sanat meydanına doğru hareket etti: Demirleşen kelimeleri tavında dövmenin vakti gelmişti, Kadıköy’ün sokaklarını okuyacağımız şiirlerle inletmenin tam zamanıydı.

Önce Sulhi Ceylan, sonra Serdar Kocabaş sahneye çıktılar ve merhum şairimiz İbrahim Hakkı Öztürk’ün yazmış olduğu son iki şiiri peş peşe okudular. Ahali şiirin neşvesine kayıtsız kalamıyor ve etrafımıza halkalanıyordu. Kadıköy, gürültüsünden soyutlanarak şiir okuyanlara eşlik etmeye başlamıştı ama bunu yalnızca biz duyuyorduk. Sezai Karakoç’un uzunca bir şiirini inşat eden Muhammed Furkan yerini Ahmet’e bıraktı ve Ahmet  “bir çocuğun şehri çarpar yüzümün varoşlarına” diyerek Kadıköy’ün yüzüne müthiş bir tokat aşk etti. Son olarak Feyyaz, İbrahim Hakkı Öztürk’ün “Belki Gelirsin Diye” isimli şiirini okuduktan sonra ekip dağılmaya niyetlenmişti ki, gözleri nemlenmiş bir amca çıkageldi ve “Ben de bir şiir okumak istiyorum, dinler misiniz?” dedi. “Hay hay” diyerek kulak kesildik amcaya. Bastonundan destek alarak taşın üzerine çıkan amca, gençlerin ibret ve gıpta ile karışık bakışlarına aldırmaksızın yorgun sesini Kadıköy’ün yorgun sokaklarıyla buluşturdu.

Şiirin cazibesine kapılan birisi daha saflarımıza katılmış olsa da bu gece de dünyayı kurtarmayı başaramamıştık. Fakat buna üzülmek aklımıza bile gelmemişti çünkü İbrahim kardeşimizi rahmetle yâd etmenin hüznü içerisindeydik. Ölümün hak olduğuna imanımız tamdı. Ve şüphesiz ki dünyayı kurtarmaya çalışmak, dünyadan daha güzeldi. Birer ikişer evlerimize doğru yol alırken, Kadıköy İbrahim’in şiirinden ilhâmla arkamızdan şöyle seslenmişti: Belki bir daha gelirsiniz diye, büyüteceğim kalbimi.

Edebifikir Haber Ajansı

DİĞER YAZILAR

5 Yorum

  • beraat , 11/02/2018

    yağış anını bekleyen bulutlar gibi toplaşacağız, yitişin o kahırlı sancısı belirecek devinen kemiklerimizde ve biz de öpeceğiz dudağını toprağın belki bir akşamüstü…

  • Der , 17/03/2017

    Amcanın şiirini paylaşınız …

  • adam ol canumi ye , 17/03/2017

    amcaya sahip çıkalım

  • sinan turap , 17/03/2017

    :) MAŞALLAH

  • Can , 17/03/2017

    Amcayı edefikire transfer edelim

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir