Aklımızı Başımızdan Alacak Şiiri Arıyoruz – 3
Arayış içerisinde olmak, bulmaya yoldur. Şiirin dünya sahnesine çıkışının bir arayış olduğu muhakkak. İnsanoğlunun iç sancılarını, hüzünlerini, acılarını, sevinçlerini, düşüncelerini aktardığı bir aktarım biçimi olan şiir, saf ve temizden yola çıkarak insana, insan kalmak isteyene, hakikati ünler.
Her şey bir niyetle başlar. Niyeti sağlam olanın, bıraktığı eser de iyi olacaktır. Bunun altını çizmeli. Şiirdeki niyet veya sanat eserindeki niyet kişinin hakikate meylini de gösterir. Bir arayıştır çünkü tüm sanatlar, şiirde olduğu gibi. Arayış… Yitirilenin peşinden duyulan acılı eylem… Arayış, insanoğlunun iç sancısıyla gerçekleştirdiği mücadele…
Şiire olan bağımız bizi yüreklendirecektir. Çünkü şiir, rahatsız ruhların dünyaya karşı bir gardını alma meselesidir. Bir kavgadır ve bu kavga haysiyet meselesidir.
Üçüncüsünü düzenlediğimiz “Aklımızı Başımızdan Alacak Şiir Arıyoruz” etkinliğimizle aklımıza mukayyet olabilmek için iyi şiir bulma temennisiyle yola koyulduk. Her arayışın ayrı bir güzelliği, ayrı bir zorluğu oldu. İlk iki etkinliğimiz baz alındığında ise en zoru üçüncüsüydü. Katılımın çok yüksek olması ve katılan şiirler arasında “yetkin- özgün” şiirlerin fazla olması jüri heyetini epeyce uğraştırdı. Yordu. Uykusuz bıraktı. Yollara düşürdü.
En iyi şiiri seçmek her zaman en zorlu durum olmuştur. Belirlenen kıstaslardan geçen şiirler, dikkate değer olarak kategorize edilip değerlendirmeye alınır. Her şiir yazana göre en iyi şiir kendi şiiridir. Bu gerçeğin de altını çizerek öyle olmadığını üzülerek belirtmemiz gerekiyor. Şiire yansıtılan duygular özeldir. Fakat bu yetkin ve iyi bir şiir için yeterli koşullar değildir. İyi şiir; dili kullanma beceresi, özgün ifade, yoğun anlatım, anlatılanı ifade etme gücü, imge, stil gibi unsurlar bağlamında değerlendirilir ve iyi şiir tüm bunları geçerek kendini belli eder.
En iyiyi seçmek çok zor oldu dedik. Zira jüri üyelerimiz Zekiye Demir ile Irmak Ecem Aydemir arasında gidip geldi. Fakat sonuçta teknik becerisinin kıvraklığı ve Türkçe duyuşunun yüksekliği sebebiyle “ölemiyormuşum gibi” başlıklı şiiriyle Zekiye Demir’in ve “Rapor” başlıklı şiiriyle Irmak Ecem Aydemir’in şiirlerini en iyi iki şiir olarak seçmeye karar verdik. İki şairimizi de kutlarız.
Bize şiirlerini ulaştıran tüm dostlara teşekkür ederiz.
ölemiyormuşum gibi
kız kardeş bedduası gibi bir yağmur yağıyor rezil
güneş mimlensin diye beklerken içime
ölü bir ağaç devriliyor tüm devrimlerin gövdesine
ben kapı aralıklarına küsüp
pencereler açıyorum hıçkıranlara
annemin çiçeklerini taşladı rüzgar
fesleğen türküsünü daha belletmemişti diğerlerine
kalbini un ufak ettim diye annemin
allahım çok affet
allahım affet çok
sürekli hezeyan ve darmadağın yeryüzü
kırılmadık kaburga kalmadı tezgahlarda
el sıkışılmadık düşman ama
delirmek ilmine erişmek kolay değil hâlâ
biliyorum silahıma davranırsam
zahmetsiz çekilir tetik
ağlasam da bir kuşu vursam da aynı
giderayak kanla dolsun istemiyorum için
ve senin kitabın
boydan boya inkar ve tahrifini anlatıyor dilimin
giz ve delil artıklarında
saatli bombalardan farksız içim
ZEKİYE DEMİR
Rapor
Kafamdan tanklar geçiyor,
Yanından orman,
Yeşilleniyorum.
Polisten korkmadan, daldırıyorum elimi cama
Donmuş kar acısı taşıyor parmaklarıma buğu, yanıyor izim.
Ağaca tırmanıyorum hemen sonra,
Gözlerimde uykusuzluk
Öfkemi dizginleyip, siyahlaşıyorum.
Bu bir melodram,
Rengi karamsardan uzak, yüzüm boyalı.
Görüyor, arttırıyorum bu rengi!
Kafamdan tanklar boşalıyor
İrkiliyorum sesiyle bum bum!
Goriller vuruluyor her bakışımda
Camda yansıması korkutuyor
Tekrar dokunup cama,
Donmuş parmaklarımla nefesini çiziyorum,
Bu devingen buğunun.
Üstümde battaniye, uzaya uzuyorum
Gözümde daralan sokak
Biçimi ses getiriyor sokağın
Bakıyorum, bir goril daha vurulmuş Peru’da
Peruğum düşüyor, topluyorum.
Kafamdan tanklar geçiyor
Geride, adamın biri kürsüde,
Konuşuyor alabildiğine, sözünde sakal
Elinde ağrı.
Bir şeyler anlarım edasıyla dinliyorum,
Kırılganım.
Kürsüye takılan peruk simsiyah, karı hatırlatıyor
Korkuyorum.
Adam, depreşen duyguları sayıklıyor,
Ben deprem oluyor sanıyorum.
Sanmak!
Kafamdan tanklar geçiyor
Işıklar, yıldızlar dönmekte uzaktan
Yüzüme vuran simsiyah, bu ışık, yansımalar?
Deprem devam ediyor, derinde orman.
Ağlayamıyorum!
Bu havai fişekler de neyin nesi?
Neyi kutluyoruz? Biri söylesin!
Davetiyem yok, kırılıyorum.
Kafamdan tanklar,
Tekel’in önünden güruh geçiyor.
Bir emekçi sigara eziyor, yaşlı yüzünde.
Mikrofon tutmuş televizyon dişlerine;
elleri bağlı,
bant çekilmiş pankartına-bankkartına!
Vâkıf olamıyorum.
Kar daraldıkça sokak yağıyor,
Mezarın biri dolaşmakta, duyuyorum
Tüm zanlılar kartopu oynarken, kulağıma çalınıyor:
Ermeniymiş, iyi biriymiş.
Gelmiş geçmiş sokağın birinden.
Basit bir tesadüf diyorum içimden,
Sokaklar birbirine benzer.
Ağırca
Ağarca
Sokağa adımımı atıyorum.
Yüzyıl geçmiş gibi, tarih veremem.
Ferahlıyorum.
Deprem oluyor hâlâ.
Kafam duvara dayalı bu sefer,
Kaldırdıkça eğiliyor sol lobum
Sallanıyor yanımdaki orman, düşüp kalkarken
söz genleşip ağzımda patlıyor, vakit erken.
Elime tutuşturulan kâğıt, bir resm-i geçit!
Şöyle bir okuyorum;
Pandomim yapıyorum,
Taksim’in ortasında.
Polis raporunda.
Geçerken tanklar, ormandan!
IRMAK ECEM AYDEMİR
6 Yorum