“Ve bekleyiş çok uzadığında, bekleyen neyi beklediğini unutacaktır.”
Sezai Karakoç
Beklemek, makul eylemler planındaki en büyük eylemsizlik olabileceği gibi; en dehşetli faaliyet numunesi olmaya da matuf. Sözgelimi, eylenmesi gereken şeyler eylendikten sonra, durup neticenin ne yönde seyredeceğini beklemek, en makul eylemdir. Öyle ki Hoca Nasreddin’in göle maya çalma eyleminin ardından icra edilebilecek en büyük faaliyet, neticenin ne olacağını beklemektir. Gözleme yassı duran bu bekleme biçimi, atılgan bekleyiş olarak ad bulabilir. Tavır takınmak dediğimiz şeyin içine kök salan bu bekleyiş, iki faaliyet arasında ve ilk eylemin maverasında yeşerip, hamle olarak tebellür etmekte pek mahir. Fakat bu hamle, beklenti itkisine muhtaçtır. Yani Hoca Nasreddin’in göle maya çalması, ancak bir aklı evvelin bu faaliyeti sorgulaması ile anlam kazanır. Hoca, maya çalarken bir beklenti içindedir. Bu beklenti, mayanın tutması değil, birilerinin yargılayışına maruz kalmak kaydı ile heybede hazır tutulan cevabı ikrar edebilecek zeminin oluşmasıdır. Maksadın hâsıl olması yahut tahakkuk eden ibretin muhatapta maya tutmaması, Hoca’yı bir başka faaliyete ve ardından yeni bir bekleyişe sevk edecektir. Özetleyecek olursak, beklemek dediğimiz şeyin bir erk olarak tebarüz edebilmesi için bekleyişin “hazırlık, planlama ve atılım” üçlüsüne haiz olması beklenir.
Mutlak bir bekleyiş yoktur. Nitekim Bergson’un da dediği üzere, “mutlak, mükemmeliyetin eş anlamlısıdır.” Bekleyen-beklenen-bekleyiş diyalektiğinden yola çıkarak diyebiliriz ki; beklenen‘in edilgen kıldığı bekleyen, bekleyiş üzerindeki tasarrufu beklenen‘in tavrına havale eder. Sanılanın aksine beklenen‘in kayıtsızlığı, bekleyiş üzerindeki tasarrufu bekleyen‘e terk etmez. Varılan noktada bir bilinmezlik burgacı doğacaktır. Tasarrufun el değiştirici olduğu bir bilinmezliğe mükemmelliyet izafe edemeyeceğimiz gibi mutlakiyet de isnat edemeyiz. Bittabi bekleyen’i bu denli edilgen kılan bekleyişi mücessem hale çekmek lâzım gelir ki; “beklemek” kavramına taalluk eden nev-î manayı bulandırmayalım. Adını yâd etmekle ruhu şad olası Hoca Nasreddin hazretten delil getirmeye devam edecek olursak; şayet beklenen, mayanın tutması olsa ve bekleyiş, pür dikkat gölü izlemek olsa, kısacası göle maya çalma hadisesinden “hikmet dersi verme” gayesi tecrid edilse, işbu bekleme formu tezahür eder.
Göl maya tutmadıkça, bekleyiş durağan suyun bulanması gibi bulanmaya başlayacak. “Bekleyiş çok uzadığında, bekleyen neyi beklediğini unutacak” ve kuvvetle muhtemeldir ki; bir müddet sonra Hoca Nasreddin, aynı göle olta atıp zokayı yutası bir balığı beklemeye koyulacak.
Her ne kadar böyle bir manaya delalet ediyor gibi olsa da; anlatımızdan yola çıkarak, mezkur bekleyiş formuna dair “hikmetin olmama durumu” diyemeyiz. Başka bir misalle izah edecek olursak; Türkiye’nin mürüvvetini bekleyen bir kimse, yıllardır söz konusu mürüvvet için planlar ve hesaplar yapsa, bu perspektife riayetle bir meslek tercihinde bulunsa, ardı sıra kat ettiği mesafeyi korumak sureti ile bekleyişe geçse, buna rağmen beklenen tahakkuk etmekte gecikse, bekleyen; bekleyişindeki ulvi hedefe istinaden tercih etmiş olduğu mesleği -bekleyiş itkisi ile – geçimini temin etmek ve “adam olabilmek” beklentisiyle îfâ etmeyi önceler. Kısaca diyebiliriz ki bu bekleme formunun kilit kavramı “hikmet” değil “muammâ”dır. Bir muammâyı beklemek, bekleyeni simyaya müsait kılan bir bekleyiştir.
Sıradaki bekleyiş, tam teşekküllü bir mevzide iaşesi dâhil pür teçhiz bir neferin, pars yürekli bir kumandandan gelecek olan “hücum” emrini bekleyişine mugayir bir mefhumdur. Bahse lâyık bulduğumuz bekleme hali, gönül diyarının cemre hasretidir. Mademki kalbe muhataptır, öyleyse en isabetli kavram olarak intizar diyeceğiz adına. Lügavî manasında “gözlemek ve adamak” yazılı olan intizar -kalp harcı olduğundan mıdır bilinmez- inkılap edicidir:
“Çok yıl oldu yâri gözler gözümüz / Zülfü çemen yârdan kim murad almış / Bir emr-i ilahî özler özümüz / Mademki kavuşmak mahşere kalmış.”
Eskiler bu kahır yüklü bekleyişe dair “el intizar, eşeddü min en-nar” diyor. Şiddetle arzulanan şeyin -ekseriyetle vuslattır- bir türlü gelmeyişindeki mahva işmar eden bu kadim söz, bekleyeni semender olmaya mecbur ediyor. Bu öyle bekleyiştir ki ateşten beter olmaya menşur. Öyle bekleyiştir ki yaktığında şiir tütmekle meşhur.
Bu bekleyiş, “kamu bîmârına” çıkar. Dolayısıyla bu bekleyiş, her gönül sahibinin yürek kuytusunda mahfuzdur, Vesselam…
Oğuzhan Âsım Güneş
Beklemek Dosyası Yazıları
Tarihin Bekleyen Yüzü: Girit
Beylik Bir İş Olarak Beklemek
Beklemenin Halleri
Beklemek
Bekleyen ve Beklenen
Beklemek Zamana Şahitlik Etmektir
Serbest “Bekle”yiş Etkisi
Beklemenin Ekleri
Bekle Bekle Nereye Kadar?
1 Yorum