Sâdî Şîrâzî ve Sehli Mümteni

“Mana Gülistanının Bülbülü: Sâdî Şîrâzî” dosyamızın üçüncü yazısını Feyyaz Kandemir yazdı.
***

Sâdî Şîrâzî’nin (v.1292) bilgisi kadar görgüsünü de yansıttığı ve büyük bir üslup başarısı göstererek kaleme aldığı “Bostan” ile “Gülistan” adlı eserleri, nasihatname türünün ve Farsçanın şahikalarından kabul edilir. Bostan manzum olarak yazılmıştır. Gülistan ise mensur olmakla birlikte manzum parçaları da barındırır. Her iki eser sehli mümteni örneği olarak kabul edilir. Doğrusu ben sehli mümteni diye edebî bir kavramın varlığından ilk kez bu iki güzide eser vesilesiyle haberdar olmuştum. Sonra Yunus Emre’nin de sehli mümteni şairi olduğunu fark edince, bu kavrama karşı dikkatimi yoğunlaştırdım. Hatta müstakil bir yazı kaleme aldım, Edebifikir’de mevcut. Sehli mümteni, bir cümleyle söylemek gerekirse; sade, samimi ve taklit yoluyla aşılması imkânsız söz söyleyebilme maharetidir. Ve bu kavram zikredilince akla gelen ilk isimlerden biri Sâdî Şîrâzî’dir. Nitekim Bostan ve Gülistan’a pek çok nazire yazılmasına rağmen meydana getirilen hiçbir eser bu ikisini aşamamıştır. Taklitler aslını yaşatır sözü, sehli mümteni olan eserler için bilhassa geçerlidir.

Sâdî, Bostan’ın birinci bölümünde kendine şöyle seslenir: “Ey Sâdî, tasannulu, tekellüflü sözlere girişme, gerçekten sadık bir dost isen doğruyu söyle.” Her ne kadar lafzen zikretmese de, bu cümlenin manasından veya mefhumu muhalifinden Sâdî’nin bilinçli bir tercihle sehli mümteni yolunu tuttuğunu görüyoruz. Sadelik Farsça bağlamında ele alınması gereken bir konu olduğundan Sâdî’nin samimiyeti üzerinde durmak istiyorum. Samimiyet içten, candan ve halis olmaktır. Başka bir deyişle, riyanın zıddıdır. Samimi insan kendi zaaflarıyla yüzleşmekten, kendindeki hataları, eksik ve fazlalıkları görmekten asla gocunmaz. Hesabî değil hasbîdir amma kendisiyle hesaplaşacak cesareti de vardır. Riyakâr ise iki yüzlü ve gösteriş meraklısı olduğu için zaaflarını ve hatalarını gizler, faziletli insan suretine bürünür. Samimi insan ne ise odur, riyakârsa kendisine ait olmayan fazlalıkların kiracısı. Oysa sehli mümteninin fazlalıklara tahammülü yoktur. Bunun yanında, sehli mümteni bir üslup özelliğidir ve “Üslubu beyan, ayniyle insan” sözünden anlaşılacağı üzere üslup ile şahsiyet arasında sıkı bir bağ vardır. Üslup, şahsiyetten ayrı değil, şahsiyetin aynası, yansımasıdır. Dolayısıyla sehli mümtenide taklit edilemeyen asıl şey müellifin şahsında var olan ve eserinde tezahür eden samimiyettir. Çünkü samimiyet ya vardır ya yoktur; taklit yoluyla tezahür etmez. Zoraki olmaz. Oldurulamaz.

Sâdî’nin samimiyetini gösteren iki küçük parça aktaracağım, biri Gülistan’da, öbürü Bostan’da geçiyor:

Bir gece babamın hizmetinde bulunuyordum. Bütün gece uyumadım ve Kur’an-ı Kerim’i elimden bırakmadım. Yanımızdaki insanlar horul horul uyuyordu. Babama, “Ne olur, şunlardan bir tanesi olsun başını kaldırıp da iki rekât namaz kılsa… Sanki ölüler gibi yatıyorlar” dedim. Babam dedi ki “Evladım, keşke sen de uyusaydın da onların gıybetinde bulunmasaydın!”[1]

Nizamiye Medresesi’nde bir görevim vardı. Gece gündüz ders müzakere ederdim. Bir gün üstadımın yanına gittim. Beni çekemeyen hasetçi bir dostumdan şikâyet ettim: “Benim dersi güzel takrir ve tekrar etmem o hasetçinin canını sıkıyormuş.” dedim. Edepte örnek olan üstadım bu sözleri işitince çok öfkelendi ve şunları söyledi: “Ne kadar garip! Dostunun hasetçiliği kötü bir huydur, bu belli. Ama senin yaptığın gıybete ne demeli? O arkadaşın kıskançlık yüzünden cehennemin yolunu tutmuş, gidiyor. Sen de başka bir yol izleyerek ona yetişmeye çalışıyorsun.”[2]

Sâdî’nin vaktiyle düşmüş olduğu zaafları, hataları, muzip ve trajikomik durumları aktardığı buna benzer onlarca misal var Bostan ve Gülistan’da. Anlaşılan, Sâdî hayatın kendisini mektep olarak gören biri. Dolayısıyla yaşadığı bütün tecrübeler onun için değerli.  Edepsizden edep öğrenen Lokman Hekim gibi, başına gelen acı tatlı her hadiseden bir ders, bir nasihat, bir hikmet çıkarmış. Bazen kendisiyle alay ettiğine de şahit oluyoruz. Hepsini samimiyetinin nişanesi olarak kabul ediyorum. Şahsi kanaatim, bu samimiyet ve hasbilik nedeniyle Bostan ve Gülistan kendi türü içinde aşılamamış iki eser olarak asırlardır okunmaktadır. Zaman, maharetle samimiyetin izdivacından doğan eserlerin dostudur; onları eskitmez, tazeler. İşte bu yüzden dünya var oldukça Bostan’dan toplanacak mahsul, Gülistan’dan derilecek çiçek bitmeyecektir.

Feyyaz Kandemir

[1] Sa’di-i Şirazi, Gülistan, Haz: Azmi Bilgin, Semerkand Yayıncılık, s.74.
[2] Sa’di-i Şirazi, Bostan, Haz: Azmi Bilgin, Semerkand Yayıncılık, s.240.

DİĞER YAZILAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir