DOSYA: Ölümsüzler

“2119 yılında dünya nasıl olacak?” dosyamızın üçüncü yazısını Ömer Can Coşkun yazdı: “Ölümsüzler”

***

Bir kalbiniz vardır onu tanıyınız.
Cahit Zarifoğlu

Şu an…

Böyle başlamanın kimseye faydası yok. “Şu an” diye başladığım cümlenin devamında kuracağım tüm cümleler de dâhil olmak üzere hiçbiri sizi ilgilendirmeyecek. Daha doğrusu hepiniz hayattayken, bundan bilmem kaç yıl sonra insanlar nerede olur, neler yapar, nasıl yaşar, gibi soruları çok defa sordunuz. Yani bir süre ilgilendiniz bizim dünyamızla. Üzerine bir de heyecanlanarak hiç göremeyeceğiniz bir dünyanın hayalini kurdunuz. Tebrikler. Hayalini kurduğunuz dünya, şu anda yaşadığım dünya ve ben, sizin ölü bedenlerinizin gömülü olduğu toprağın üstüne basıyorum. Ama sizden biraz farklı. Ben bastığım toprağı hissetmiyorum. Mekanik, biyonik, robotik ne derseniz deyin. Şu an benim “ayak” diye tabir ettiğim uzvum senin üzerine şiirler yazdığın, yağmur suyuyla ıslanmış toprağa bastığında, sadece düşmemem için zeminin kayganlık seviyesini beynime gönderiyor. Gerisi teferruat. Kim ne yapsın toprağa basıp da stres atmayı veya çimenlere oturmayı, denizi seyretmeyi, gökyüzüne bakmayı. Tebrikler.

Şimdi mekanik falan deyince sizin aklınıza, dünyayı insanların yaptığı robotlar işgal etti, insanlık yok oldu, elin robotu bize hayatını anlatıyor gibi düşünceler gelmiştir. Ben de bunu düşünüyorum uzun süredir, bu seviyede bir insani zekâ nasıl oldu da zamanında bu robotları icat etti?! Aslında bir bakıma haklısınız. Bir dönem robot yapıyordunuz ey insanlar! Dans eden robot köpek, yıkılmadan eşya taşıyan robotlar, bir ara oyun havası bile oynattınız yahu robotlara! Buraya kadar sizin de korktuğunuz gibi bir şey olmadı aslında. Robotlar savaşı falan düşündünüz ya hani. Ne güldük ama arkanızdan bunları düşündüğünüzü duyunca. Bazen çok komik oluyorsunuz. Keşke, diyorum, hep komik olsaydınız. Bizi bu hale getirecek teknolojiyi birbirinize gülmekten icat edemezdiniz. Ne güzel olurdu.

(Belki merak edersiniz diye söylüyorum, hava kirliliği sorunu falan çözdük. Çöp problemi kalmadı, park sorununu hallettik. İçiniz rahat olsun.)

Aslında başımıza gelen tüm olaylar sizin içinizdeki bir iyilikseverin eliyle oldu. Çok basit. Basitlikten ölüyorsunuz insanlar. Tebrikler. Kolu olmayan bir kıza takılmak üzere, beynin gönderdiği sinyalleri direkt alabilen ve normal bir koldan farksız “biyonik kol” icat ettiniz. İcat eden adam da bilmiyordu, atomu parçalayan adam gibi, elindeki icadın bir süre sonra insanların elinde bir silaha dönüşebileceğini. Küçük kız yeniden bir kola sahip olduğuna öyle sevindi ki mucit gözyaşlarını kravatıyla sildi hiç utanmadan. Bu gurur hepimizin ey insanlar! Sonraki tüm hırslarınızla birlikte. Bir kızı mutluluktan ağlatabilecek, hayata tutunmasını sağlayacak icadı, hırslarınızın oyuncağı haline getirdiniz. Bu hırs, bu kibir hepimizin ey insanlar! Tebrikler.

(Bu arada, evet, Mars’ta yaşayan insan kolonileri var artık. Almanya’ya gurbetçi gönderir gibi gönderdik onları. Arada bir geliyorlar ziyarete. Öyle merak ettiğiniz gibi çok bir sorun çıkmadı milletlerarasında. Vizeyi alan, parayı denkleştiren gitti.)

Küçük kız benim neden diğer insanlar gibi bir kolum yok diye üzülüyordu. Biyonik kolunu taktıktan sonra diğer insanlar gibi olduğu için mutluydu. Mucit biyonik koldan hareketle insanların fiziksel engellerinden kurtulabilmeleri için biyonik bacaklar, kollar icat etmeye devam ediyordu. Bu iyiliksever mucide devletler, zenginler, yardım kuruluşları daha çok insana umut olması için yardımda bulundular. Üretilen yeni biyonik kollara uzun pil ömrü, güneş enerjisi ile şarj olabilme, uzun ömürlülük gibi birçok yeni özellik geldi. Gönüllü insanlar dünyanın dört bir yanından insanlara umut oluyordu. Çok kısa bir süre sonra fiziksel eksiği olan hiçbir insan kalmadı. Dünyada kutlamalar, havai fişekler, alkışlar… bilindik eğlenceleriniz işte.

Herkes mutlu mesut yataklarına döndüğünde bir adam uyumadı o gece. Sağlam kollarına baktı, bacaklarına. Uzun uzun baktı ve neden benim biyonik kolum yok, neden ben biyonik kolu, bacağı olan insanlardan farklıyım, diye düşündü. Güneş doğana kadar bu düşüncelerinden kurtulamadı. O da sağ kolundan kurtuldu. Biyonik kolunu taktıklarında çok mutluydu. Arkadaşlarına gösteriyordu gururla. Özelliklerinden bahsederken gözleri büyüyordu. Bir yandan da aklı diğer kolu, bacaklarındaydı. Onlardan da kurtulmalı ve biyonik bacaklara, kollara sahip olmalı idi. Oldu da.

(Uçan araba mı kaldı arkadaşım. Çoktan eskittik biz onları. Az kaldı. Kanatları bize takacaklar. Gerçekten bunları niye merak ediyorsunuz ki!)

Toplum yararına yapılan bu biyonik uzuvların insanlara ulaştırılması durumu kendi kolundan kurtulan ilk insandan sonra özel şirketlerin eline geçti. Şimdi bu kısmı ayrıntılı anlatmak isterim ama sanırım şöyle bir örnek versem yeterli olacaktır. Alışveriş yapmak için girdiğiniz internet sitelerinde aynı ürünün farklı markalar tarafından tasarlanmış örneklerini görüp sepete atıyorsunuz ya biz de aynısını yapıyoruz. Kol, bacak, gövde satın alıyoruz. Çok uygun fiyatlara, hem de 36 ay taksitle. Her cebe, her keseye uygun kol bacak bulunuyor, gel vatandaş! Onca yıl geçmiş hâlâ mı taksitle, diyorsanız kapitalizme bir şey olduğu yok. Yeter ki siz böyle gereksiz satın almalara devam edin. İkinci el piyasası daha renkli, onu da belirteyim.

İnsanlar arasındaki biyonik olma merakı, özel şirketler arasındaki rekabet derken varılan son nokta hiç de iç açıcı değil ey insanlar. Neredeyse tüm bedenimizin mekanik, biyonik bir benzeri yapıldı. Yemek yemeyi düşünmeyen, her yere istenilen saatte gidebilen, yorulmadan çalışabilen insanlara dönüştük. İnsan mı dedim ben az önce. Özür dilerim. Adımızı koyan olmadı daha, lafın gelişi böyle söylüyorum. En çok merak ettiğin şeylerden birine sahibiz artık. İnsanlık ölümsüz olabilecek mi? Evet olduk. Mutlu ol artık! Tamamen bu hayatın içinde sonsuza kadar yaşayacağız. Böyle sanıyorsun değil mi? Sizi ne kadar tebrik etsem az ey insanlar. Kendi türüyle bu kadar haşır neşir olmuş ama hâlâ kendi zaaflarını, kusurlarını görememiş tek tür olmaya aday insanlar. Az kaldı. Dünyanın sonu geliyor. Bizlere biyonik parçalarımızı satan markaların gönüllü askerleriyiz artık. Mahalle aralarında başlayan; ben daha güçlüyüm, ben daha sağlamım tartışmaları, kavgalara, iç çatışmalara ve şimdilerde dünya savaşlarına dönüştü. Sonuçta hepimizde Kabil’in hamuru var. Habil çoktan toprak oldu. Ve bizler ölümsüz insanlar(!) olarak birbirimizin yaşamına son vermek için savaşıyoruz.

Ömer Can Coşkun

Dosya Yazıları

Cüneyt Dal: “Orada Ruha Yer Var mı?”
Ayşe Sever: Bir Ağacın Gölgesine Sığınmak

DİĞER YAZILAR

1 Yorum

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir