“Hainden Korkulur mu Oğlum!”
15 Temmuz gecesi, o hain bildiri okunmadan evvel Ankara semâlarında helikopterler alçak uçuş yapmakta idiler. Bu helikopterlerin niçin alçak uçuş yaptığı herkesin kafasında soru işareti oluşturmuştu. Fakat ilkin, kimsenin aklına bu uçuşların bir “darbe” ile bağlantılı olacağı fikri gelmemişti. İlerleyen saatlerde ise, bunun bir “kalkışma” olduğu haberi gelmiş ve o hain bildiri okunmuştu. Hem bu hareketlenmenin bir darbe olduğunun netleşmesi hem de hâlen üzerimizde o helikopterlerin uçuyor oluşu evde durmayı imkânsız kılmaktaydı. Vatanımın, ülkemin insanlarının ve tüm dünya Müslümanlarının büyük “hayati” bir tehlikeyle karşı karşıya kaldığı hissinin derin bir şekilde kalbimde belirdi. Bu durumda evde duramazdım, sokakta olmalıydım, hepimiz sokakta olmalıydık. Bir anda kendimi sokağa attım, sonrasında sokağın, çoktan elinde bayrağı olan insanlarla dolu olduğunu gördüm, ben geç bile kalmıştım.
Yürümeye başladım, bir vasıtam olmadığı için beni Kızılay’a yahut toplanılan herhangi bir meydana götürecek birini bulmak için arayışa girdim. Akabinde; darbe kalkışmasına tepki olarak dışarı çıktıkları açık olan, içerisinde anne, baba, iki de çocuğun olduğu bir ailenin içinde olduğu pikap tipindeki bir araca yaklaşarak: “Gittiğiniz yere beni de götür müsünüz?” diye sordum. Direksiyondaki baba; “Elbette kızım gel tabiî!” dedi. Araç Kızılay istikametine doğru gidiyordu ki, Cumhurbaşkanı’nın halkın hava limanlarına gitmesi çağrısından dolayı bir grup insan caddede “Havalimanına, havalimanınaa!” diyerek bizi de Esenboğa’ya yönlendirmişti. Şoför, Kızılay istikametinden ayrıldı ve Esenboğa yoluna girdi. Bu sırada aracın içinde konuşmalar başlamıştı. Darbe yapmanın, halkın tankını, helikopterini halkı tehdit edecek biçimde kullanmanın hainliği mevzularının dışında, adını öğrenemediğim küçük çocuk; “Baba” dedi, “evden çıkmadan önce biraz korkmuştum fakat şimdi hiç korkmuyorum!” Baba; “Hainden korkulur mu oğlum, korkmayacaksın, hainlerin boyunduruğunda yaşamaktansa, onlara direnirken ölürüz, en azından şereflice yaşamış ve ölmüş oluruz.” dedi. Anne arkadan dâhil oldu sohbete; “Onlar devletimizi ele geçirmeye çalışıyor nasıl evde durup izleyebilirdik!” dedi. Ailenin kızı ise, elindeki telefondan son dakika gelişmelerini haber vermekteydi. Ben ise bir yandan ailenin sohbetine kulak kesilmekte bir yandan da yoldaki mahşeri kalabalığı izlemekteydim.
O geceye dair zihnimde hâlen canlı olan resim insanların gözlerindeki o apaçık korkusuzluk. Esenboğa o geceyi bombalanmadan atlatan mahallerden biriydi. Fakat Esenboğa’ya gelen binlerce insan, oraya devletinin başının “Havalimanlarına!” direktifi ile ölümü önemsemeksizin gelmişti. Ölüm elbette önemlidir, fakat ölümün önemli oluşu bir “iman” meselesi olduğu içindir, yoksa bu dünyada biraz daha fazla yaşayamamış olmak değildir ölümü önemli yapan. Buradaki binlerce insan, ölümün erken ya da geç oluşunu umursamıyordu, ölürsek de “Dinimiz” için, “vatanımız” için, “milletimiz” için ölmüş olalım diyordu, gözlerdeki korkusuzluğu başka türlü açıklamak mümkün olamazdı. Hangi çift göze baksam zihnime Erdem Bayazıt’ın şu dizeleri geldi o gece: “İçimde kaynayan bir mahşer var.”
Feyza Yapıcı
1 Yorum