Cemil Meriç: Münzevi Yıldız

 “Kuşlara benzer kelimeler, odana dolarlar bir akşam. Nereden gelirler bilinmez. Kah çığlık çığlığadırlar, kah sesleri işitilmez.” Cemil Meriç, Bu Ülke’de böyle anlatıyordu yazı macerasının özetini. Bir ömür sancılar içinde yaşamış, fikir çilesini doldurmuş ve ne yazık ki hak ettiği ilgiyi görememiş bir fikir adamıdır Cemil Meriç. Toplumun derdini dert edinmenin sıkıntısını satırlara dökmekle kalmamış içinde ur gibi hissetmiş bir fikir adamı…

Edebifikir, Türk düşünce hayatının önemli simalarını dosyasına taşımaya devam ediyor. İsmet Özel ve Sezai Karakoç dosyalarımızdan sonra Cemil Meriç dosyası ile yolumuza devam ediyoruz. Bir hafta boyunca her gün bir dosya yazısı yayınlayacağız. İlk yazımız giriş yazısı niteliğinde.

Mümin Munis, Cemil Meriç’i kendi satırlarından alıntılayarak anlatıyor. Münzevi bir yıldız…

***

Murdar bir hâlden muhteşem bir maziye kanatlanmak gericilikse, her namuslu insan gericidir’ diyordu Cemil Meriç. Aydın bir aklı vardı ama ideolojilerin basmakalıplarında kalmazdı. Bu sebeple deha tadında bir münevverdi.

Dahi, münzevi bir yıldız; anasız doğan çocuk, anasız doğan ve zürriyetsiz ölen. Zirveden zirveye akseden şarkı’ ifadeleriyle kendini ortaya koymaksızın tanımladığı mütevazı birikimin sahibiydi.

Karanlık bir odayı andıran ‘yurdum aydın’larının düşünce dehlizlerine ışık tutacak bir fikirle aydından bahsediyordu; ‘Aydın olmak için önce insan olmak lâzım’ diyordu. ‘İnsan mukaddesi olandır. İnsan hırlaşmaz, konuşur; maruz kalmaz, seçer. Aydın, kendi kafasıyla düşünen, kendi gönlüyle hisseden kişi. Aydını yapan: ‘uyanık bir şuur, tetikte bir dikkat, hakikatin bütününü kucaklamaya çalışan bir tecessüs.’

Düşünce adamı silme cesaret; ‘Düşünce adamı bir zümrenin emir kulu değildir. Hiçbir merkezden talimat almaz. Bir partiye bağlı olmayabilir. Ama tarihe angajedir. Yani vatandaş olarak vazifeleri vardır: Belli savaşları kabul etmesi, belli tehlikeleri göze alması lazımdır. Bir devrin şuuru olmak zorundadır o. Başlıca vazifesi: Bütün hakikatleri yoklamak, bütün yalanların maskesini yırtmak, kalabalığa doğruyu göstermek. Bazen yangın kulesindeki nöbetçi olacaktır, bazen engine açılan geminin kılavuzu. Sokakta insanlar boğazlanırken, düşüncenin asaletine sığınarak elini kolunu bağlamak, düşünceye ihanettir.’

Taşların üzerinden kollarını göğe açarak haykıran kişiydi çoğu zaman. Birçoğunun kendisini duymamak için kulaklarını tıkadığı ve gözlerini kapadığı… ‘Her aydınlığı yangın sanıp söndürmeye koşan zavallı insanlarım: karanlığa o kadar alışmışsınız ki yıldızlar bile rahatsız ediyor sizi! Düşüncenin kuduz köpek gibi kovalandığı bu ülkede, düşünce adamı nasıl çıkar?’ derken, ‘tabiatın en tehlikeli armağanı olan deha’nın ızdırabını anlatıyordu şüphesiz.

Ahvalimizin mütercimi satırlarda hep aynı kaygıyı yüklendi durdu: ‘İnsanlar görüyorum. Yangından kaçar gibi kaçıyorlar vazifeden, önlerinde uçurum bir uçurum ki; memleketimin insanları ile dolu, bir uçurum ki uçsuz bucaksız. Uçurum değil, bir ejderin ağzı.

Düşündüğünü aktarabiliyor ama anlaşılamıyor olmanın getirdiği noktada bir münevver tarafından başka ne söylenebilir;Öyle bir ifade yaratmak istiyorum ki, Türk insanının uyuşan şuuruna bir alev mızrak gibi saplansın.’ Elbet biliyordu herkes tarafından anlaşılmaması gerektiğini; ‘Herkes tarafından anlaşılmak isteyen, hiç kimse tarafından anlaşılmaz’ diyordu.

Ve düşündüğünden fazla hissediyordu aslında. ‘Duygunun asaleti, kuvvet ve isabetindedir’ diyerek hissediyordu.Aşk, dehadan çok daha nadir’ derken üç harflik tek kelime içine sıkıştırılmış bir fiilin üstün niteleyicisinden çok daha büyük manalar ifade etmek derdindeydi. İnancı da bu halkaya dâhil ederek: ‘Din, bir susuzluk, sonsuza karşı duyulan özlem. Bilgi değil, aşk’ derdi. Kendimize yabancı kalışımızı her perdeden anlatırken, bizi öncülerdi: ‘İrfan düşüncenin bütün kutuplarını kucaklayan bir kelime. İrfan kemâle açılan kapı, amelle taçlanan ilim. İrfan bir mevhibedir. Cehtle gelişen bir mevhibe’. Olan biteni ifade etmekten kaçınmaksızın; ‘İmansız ve idealsiz nesiller türettik. Pusuda bekleyen yabancı ideolojiler setleri yıkılan ırmaklar gibi yayıldılar ülkeye’ diyerek yakınırken, fikir haysiyetinin icabını hasret duyduğu hakikati satıra sığdırarak yerine getirirdi; ‘Kulun bütün haysiyeti: mümin oluşunda. Kul, mümin olunca hukukî bir hüviyet kazanır, dilenciyi halifeye eşit kılan bir hüviyet…

‘Kitaptan değil, kitapsızlıktan korkmalıyız’ diyen ve sayfalar boyu anlatılabilecek bir münevveri, kendi satırlarından alıntılayarak birkaç sayfada aktarmamızı zemin-i kelamın darlığıyla açıklarken, etkili olması temennilerimizle yazımıza sloganvari bir ifade ile son verelim: ‘Cemil Meriç okumadan düşünmeye çalışmak, çölde kulaç atmaktır. Sürünmekten farksız!’

DİĞER YAZILAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir