

“Çekip pırıl pırıl mavzerler çıkardılar oyluk etlerinden
Durdular ite çakala karşı yârin kapısında”
B’ek-le-mek kelimesi “ek” kökünden geliyor. Baştaki b sesi izâfe, devamındakilerse ek köküne gelen ekler olarak anlam kazanıyor. Bek veya pek diyerek, pekişip takviye olandan bahsediyoruz. Sözlükteki bekitmek ya da berkitmek kelimeleri, sertleştirmek ve sağlamlaştırmak anlamlarına geliyor. Bek-mez tatlısı ise ismini kıvamdan yani kaynayan suyun koyulaşıp katılaşmasından alıyor. Benzer bir örnek olarak “canı pek” deyimini zikredebiliriz. Sıkıntıya ve sıkışmaya dayanıklı olan kişilere canı pek kimseler deniyor.
Hüseyin Rahmi Göktaş kökü suya benzetmekte ve kökten önce gelen sesleri de kökü sevk eden sâikler olarak değerlendirmektedir. Baştaki izâfeler suya yön verirler ve suyun yönünü baştan itibaren değiştirirler. Bu minvalde, beklemek kelimesine istikamet veren b sesini özel bir dikkate lâyık görmeliyiz. Bir kelimenin başında izâfe varken meseleyi “kökünden” hallettiğimiz zehabına kapılarak onunla avunamayız. Üstelik “ek” köküne gelen izâfe, başka herhangi bir ses değil, oldukça karmaşık olan b sesi. Bir ve ben kelimelerinden bildiğimiz, kendisinden başkalarının başkanı olan, biricik ve bencil bir ses bu. Zira ben demek, saymaya kendisinden başlayan kişi demek. Bir ve ben birbiriyle o kadar alakalı ki, ben gibi mevcut olan her şeye bir diyoruz ve böylece bir kelimesi sayı olmaktan çıkarak “(herhangi) bir” anlamı kazanıyor. Bir adam, bir ağaç, bir sürü, bir zaman, bir yer veya başka herhangi bir mevcut, tek de olsa çok da olsa bir kelimesiyle işaret ediliyor. Bu hâlin -en azından şeklen benzeyen bu hâlin- şâirâne ifadesinin, “bir ben var bende, benden içerû” olduğunu söyleyebiliriz.
B sesiyle başlayan kelimelerin benlikle doğrudan ya da dolaylı ilişkileri var. Bu, böyle, baş, başka, bir, burada ve bulmak derken “ben” bizzat kelimenin içinde yer alıyor. Buradaki vasıtasızlığı kısaca özetlemek istersek, “B’aşkası yokken b’enin b’öylece bir b’aşına b’ulunduğu yer b’urasıdır” diyebiliriz. Tamamı benle ilgili. Dolaylı olanlara gelince, onlar benlikle daha az ilgili olanlar değiller. Ancak işaret zamirlerinden farklı olarak bir fiille beraber geliyorlar ve dolayısıyla “ben” kişisinin benliği, fiilin kendisi yerine fâili oluyor.
Önce “bakmak” fiiline bakalım. Bakmak derken bakan kişi ben olmaktadır. Çünkü bakmak, buradan dışarıya doğru akarak gerçekleşiyor. Bakan kişi yani ben, kendimi göremiyorum, çünkü ben, dışımda bulunmadığım için kendime bakamıyorum. Sözgelimi görmek fiilinde bu özellik hâli yok. Gören kişinin kendisi de görünmektedir ve orada görünenlerden bir tanesi olmaktadır. Gören eğer görünür olmasaydı göremezdi de. Gizlice gördüm denilmez, gizlice baktım veya izledim olur. Bakan kişiyse gördüklerinin dışındadır. Uzaktan da baksa yakından da baksa orada görünenlerden birisi olamaz kendisi. Görüşmek derken, birbirini görenlerin beraber olmalarını kastederiz. Bakışmaksa iki kişinin, iki ben’in birbirlerini belli bir mesafe ardından takip etmeleri demektir. Ayrıca gören ve görülenler birbirine yabancı olmadıkları için görmek bir kabahat de sayılamaz. Hâlbuki bakmak, kendi sınırlarının dışına taştığı için tecavüz anlamı taşıyabilir veya ondan, bakan kişinin başkasına mutabaat etmesi anlamı da çıkabilir. Her halükarda bakanlar, sınırın ötesine bakıyorlar, birbirleriyle aynılaşmıyorlar ve kendi benliklerini mutlaka koruyorlar.
Yeterince beklettiğimizi ümit ederek beklemek kelimesine dönelim. B’ek-le-mek derken ben, kelimenin içinde fâil olarak bulunmakta. B sesindeki ben, “ek”i kendi ben’ine doğru çekiyor. Bir ağacın dallanıp budaklanması için köke muhtaç olmasındaki hareket gibi beklemek kelimesinin kökü “ek” de, kendisine ekleneceği bir öz buluyor bu şekilde. Kelimenin etimolojik kökü her ne kadar “ek” olsa da, semantik kökü için “ben” demekte mahzur olmamalıdır. Zira ben’in pek olması ve benliğin sağlamlaşması için beklemeye ihtiyaç var. Benlik ancak tasrif etmekle, kendisini sarf edeceği bir yükün altına girip çekmekle anlam kazanıyor. Öte yandan, ben olmazsa ben’e gelecek eklerin ve dolayısıyla b-eklenenin de bir önemi yok. Birçok bakımdan beylik bir iş olan beklemenin, sanıldığı gibi edilgen ve hanımcıl bir davranış olmadığını belirtmeliyiz. Dilimizdeki bey kelimesi yakın dönemlere kadar beg olarak ifade ediliyordu; sert ve güçlü anlamlarına geliyordu. Bekçi’den bildiğimiz bek kelimesinin korumak ve tahkim etmek anlamları ise ayrıca kayda değer. Nihayetinde beklemek, erkek mesleği. Yazının başına aldığım Zarifoğlu’na ait mısraları da, içinde beklemek kelimesi geçmemesine rağmen anlamca ona en yakın yerde durduğunu düşünerek aldım. Zira beklemenin kuşatıcı bir anlamı, “(sağlam) durmak”. Şiirimizdeki kûy-ı yâr, zülf-i yâr, kâkül-i yâr, leb, kenâr, kûşe ve eşik meseleleri de yine beklemek sevgisiyle ilgili olsa gerekir.
Mehmet Emir
1 Yorum