1. Beklemek kelimesinin ekinde bulunan l sesinin edilgen olduğunda kuşku yok. Çünkü -ilmek ve edilmek de buradan. Olduğu gibi olmayan, dönüşlü, hareketli bir hâli var. Bir kelimenin kökü l ise kararlı kökünün başka bir şey olduğunu, oradan gelip l’ye dönüştüğünü anlıyoruz. Ğ sesinden gelen olmak ve ölmek kelimeleri mesela. Olmak, bir bakıma intaç etmek demek. Meyveler oluyorlar, özellikle elmalar oluyorlar ve artık pişip düşecek hale geliyorlar. Olgunlaşması sonuç verip bittiğinde “oldu” diyoruz. Ölmekse tersine olmak yani yok olmak demek. Bu katmanda sınırlı bir zıtlık söz konusuyken daha gerisinde sıkı bir kurbiyet var. Olan elmanın düşmesi gibi, ölmek de olmanın bir sonraki aşaması. Üstelik her ikisi de bizatihi olamayan, etkilendikçe olan ve dolaylı özneleri bulunan kelimeler.
“Vadesi doldu” deyimine kulak vererek dolmak kelimesine geçelim. Oğmak ve olmaktan doğmak ve dolmak kelimeleri meydana geliyor. Bir sebepten doğan diğer kelimeleri “doğasıyla” birlikte anlatıyoruz, geçmişine atıf yapıyoruz ve meselenin artık ilk doğduğundan farklı bir şekil aldığı sonucuna ulaşıyoruz. İşte bu “dolayısıyla” demek oluyor. Kökü aynı kalıyor fakat dallanıp budaklanıyor. L sesinin özetinin dolayı kelimesi olduğunu söyleyebiliriz.
2. Bu sebeple yani l sesi edilgen olduğu için anlamı köklü bir biçimde etkileyemiyor. Üstelik beklemek kelimesindeki “l” sesi ek olarak var. Ekler kökleri çekerler ama koparamazlar. Bir şeyi çekip bıraktığında gerilir, sıkışır, pekişir, esner, seyrelir, uzar veya kısalır. Şekli değişse de özü aynı kalır. Teklemek kelimesini düşünelim. “Le” eki ile birlikte vahid olan tek anlamı pekişip çoğaldı. Bir defa olmayan, birçok defa olan tek var artık, durup durup tekliyor. Kökteki tek’in önceden tekken artık çok olduğunu düşünürsek gelen ekin kökü zıddına çevirdiğini zannederiz. Oysa gerçek, kökteki aynı anlamın yinelenmesinden ibaret. Bir sürü tek.
3. Bir deyimin hangi yardımcı fiille geldiği gibi, bir kelime kökünün de hangi ekle geldiği elbette önemli. Neden bekinmek değil de beklemek? Le ekinin kelimeye kattığı anlam için belki buradan pay biçebiliriz. Söylemek ve paylamak derken ekin anlamı “vermek” demek; söz vermek, ağzının payını vermek. İçerlemek derken “olmak” demek, öfkeli ve ketum olmak. Arzulamak veya hesaplamak derken (arzu / hesap) “etmek” demek. Durulamak, yavrulamak, yuvarlamak derken “yapmak” demek; yavru yapmak, yuva yapmak ve duru haline getirmek. İnlemek, izlemek, özlemek derken yine yapmak demek ama bu kez çoğaltarak yapmak var sanırım, kökü müzdad eyliyor. Gözlemek derken müşareket anlamı ön plana çıkıyor; gözleyen gözlemekle, görünen görünmekle birlikte yapıyor bu eylemi. “-Le” ekinin ne derece mülevven olduğunu türklemekten de anlayabiliriz. Yabancı birisini Türk kabul etmeye bile türklemek denmiş; demek ki itibari bir anlamı da var. Bir o yana bir bu yana salınıveriyor. Salmak deyince bırakmak oluyor, sallamak deyince bırakıp, tutup, tekrar bırakmak… Damlamaktaki devamlılık da bu şekilde, patlamakta bile patır patır bir süreklilik var.
Bu keşmekeşten, sayısı ve kadrosu en kalabalık olan ekten kaidevi bir hüküm çıkarmak yine de imkânsız değil. Le eki için kısaca eylemek eki diyebiliriz. Kökteki anlamı bu ekle harekete geçiriyoruz, anlam süreklilik kazanıyor ve fiil oluyor. Böylelikle biz de “eylem bir kız ismi değildir” demeyi öğreniyoruz.
4. Rahmi Göktaş’ın yazılarından istifadeyle Türkçe’nin en tuhaf fiillerinden olan “yoklama” kelimesine bakalım bir de… Bir şeyin yoklanabilmesi için onun mutlaka varsayılması gerekiyor. Var mı yok mu şüphesini taşımak zaten ona bir varlık isnat etmek anlamına geliyor. Var olan şeyin kendisinden hiç haberdar olmadığımızda onu yoklayamıyoruz. Karanlıkta basamağı yoklayan adam, basamağın ne demek olduğunu tecrübeyle bildiği için yokluyor. Ancak yolunu şaşırmış bir kör duvara çarptığında, o yol üzerinde duvar olduğunu bilmediği için çarpıyor. Yokladığımızda aslında varlığı görüyoruz. Yokladığımız şeyin nasıl bir şey olduğunu, beklentilerimize uyup uymadığını hesaplıyoruz. Sanıyla gerçek arasında hazır bulunan fark hem yok’u hem de var’ı meydana getiriyor. Orada neyi aradığımızın bilgisi, orada olanın ne olduğunu gösteriyor ve varlıkla tanışmak gerçekleşiyor. Sınırsız bir karanlıkta her şeyi el yordamıyla dokunarak tanımaya çalışan kimsenin misaline benzer. Bütün bildiklerimiz yokladıklarımızın yekûnundan ibaret. Yoklamak dokunmakla aynı kökten çıkıyor. Varlamak kelimesi dili konuşanlar tarafından kabul görmüyor, en çok onaylamak anlamına gelebiliyor. Yoklamaktaysa yoktan var eden muazzam bir hareketlilik var ve bu biraz da l sesi sayesinde.
5. Beklemek özelindeki “-le” ekine bakalım. Ekmek, bir tohumu muvakkaten gömmek demek, yetiştirip ürün almak üzere. Eklemekse ilave etmek yani ürünü artırmak demek. Bek ve beklemekteki münasebet de böyle. Bekleyen, ben’ini bir yere ekiyor, o yerde teksif ediyor; beklenen de, bek’e doğru ekiniyor yani benimseyip onun eki oluyor. Kadınların erkeklerin tarlası olmasıyla kelimenin kökündeki ek (tohum) arasında bir münasebet daha kurabiliriz. Bek derken bey, ekini ekiyor; beklemek derken de onu bekliyor. Arazi ve semavi tehlikelerden saklayıp kendisine ait kılıyor.
6. Beklemenin deyimlerdeki istihdamına bakalım. “Allah beklesin” demek, “Allah korusun, saklasın” demek. “Çocuk beklemek” var. Burada çocuğa göz kulak olan her ne kadar kadınlarsa da yaptıkları iş çocuğun başında bekçilik yapmak. “Başında beklemek”, “başını beklemek”, “fırsat beklemek”, “nöbet beklemek”, “tetikte beklemek”, “pusuda beklemek” yine gözetlemek anlamlarıyla ilgili. Tersine örnekler de bulmak mümkün. “Bebek beklemek”, “kısmet beklemek”, “yolunu beklemek” gibi deyimler umut etmek ve âtıl beklemekle ilgili. Nasıl âtıl beklemek derken âtıl sıfat olarak geliyorsa, beklemenin bu anlamı da sonradan kazanılmış gibi gözüküyor.
7. İddet meselesi kadınlar için hayati öneme sahip. Her aşamada yaşamlarını bekleyerek ve gün sayarak idame ediyorlar. Bekârken kısmet bekliyorlar, kocaları ölünce de ölmeyi bekliyorlar. Tekrar evlenmek konusunda kaygısız değiller ve çok eşliliğe hakları yok. Kocaları ticaret veya savaş için uzun seferlere gittiğinde oturup beklemeleri icap ediyor. Geleneksel kadınların beklemekle temayüz etmesi bence de kusursuz bir tespit, buna itiraz etmek mümkün değil. Ancak sebeplerini teşhis edebiliriz. Muhtemelen hareketi beklemeye konduramadığımız için âtıl duranlara mal ediyoruz. Müstakilen beklemek, beklemenin görünürlük kazandığı bir biçim. Mesela oturup kocasını beklerken ağıt yakan bir kadın gördüğümüzde kolaylıkla “kocasını bekleyen bir kadın” diyebiliriz. Tarlanın ürün vermesi için başında bekleyen bir adam içinse en fazla “tarlasına su çeken bir çiftçi” diyebiliriz. Kocasının cepheden dönmesini bekleyen kadın ne kadar bekliyorsa, cephede savaşan adam da aslında o kadar evini ve yurdunu bekliyor fakat parsayı kadınlar topluyor gibi bir durum var sanki. Keza nöbet beklemek ve muhasara altına alınan bir kalenin düşmesini beklemek de beklemekle daha az ilgili gözükmüyor.
8. Beklemenin bir erkek mesleği olduğunu söylediğim için bu mesleğe bir de pir bulmam gerekiyor. Bence beklemenin piri Âdem aleyhisselam. Dünyaya gayriihtiyari bir biçimde düşerek geliyor ve göz pınarları kuruyuncaya kadar ağlıyor. Hayli uzun olan hayatını peygamberlik mesleğini ifa edip ümmetinin çobanlığını yaparak geçiriyor. Batnında tekrar cennete dönmek arzusu var, ataletten uzak durup sabırla bekliyor bir yandan. Binli yaşlarını geçip yaşlandığını hissettiğinde evlad u iyalini yanına topluyor ve onlara “Oğulcuklarım, ben cennet meyvelerini yemeği çok özledim” diye hitap ediyor. Rivayete göre Âdem aleyhisselamdan yalnız iki sene sonra Havva ana da vefat ediyor. Ne olduysa bu iki yıl içinde olmuş olmalı. Kocasına kavuşmayı bekleyen Havva validenin, çağdaşı dünyada dilden dile nam saldığını, beklemek timsali olarak yeni nesillere aktarıldığını düşünüyorum. Hâlbuki öbür tarafta Âdem aleyhisselamın bin yıllık mücerret bekleyişi var.
9. Velev ki kılı kırk yaran bir titizliğe kavuşsak bile son tahlilde kelimelerin anlamı itibari olmak özelliğini koruyor. Etimolojiyi harflerle yaptığımız için tahrif etmek de kaçınılmaz sonuçları içinde yer alıyor. Mesela ben durmak kelimesinin pasiflik anlamında kullanılmasına çok bozuluyorum. Atalet anlamında söylemek ayıp bir şeymiş gibi geliyor. Bendeki yeri hâlâ ilk günkü ve en eski kaynaklardaki gibi “dikilmek, karşı durmak” anlamlarına karşılık geliyor. Kuran-ı Kerim’de yeryüzünün direkleri olarak takdim edilen dağlarla kesin bir münasebetinin olduğunu düşünüyorum. Tur-ı Sina’dan bildiğimiz, Süryanice dağ demek olan tur kelimesinin turan ovasından Türkçe’ye geçtiğini sanıyorum. Gel gelelim ki istidlal edemiyorum. Bugün bu dikilmek anlamı arka sıralarda, müştak olarak ele alınıyor. Beklemenin ve dahi sabrın etken mi edilgen olduğu sorusuna kesin hüküm vermek de aynı şekilde zor geliyor bana.
Mehmet Emir
Beklemek Dosyası Yazıları
Tarihin Bekleyen Yüzü: Girit
Beylik Bir İş Olarak Beklemek
Beklemenin Halleri
Beklemek
Bekleyen ve Beklenen
Beklemek Zamana Şahitlik Etmektir
Serbest “Bekle”yiş Etkisi