(bizimkâmûs -1)
ı.
beklemek, unutulmaya yüz tutmuş kadın sanatlarından biridir. iğne işi demorların, antep işi nakışların gerektirdiği o sabırla örülü eski bir sanat. asker yolu beklemek, gurbetçi beklemek, anne olmayı beklemek, kocasının ölüp de ailenin idaresinin kendisine geçeceğini beklemek… ağıtlarla, söylencelerle, sohbetlerle hafızamızı beklemek de yine kadınlara düşmüştür. ama dediğim gibi eski kadınlara ait bir sanattır. çünkü şimdi beklemeyi yok etmek üzere çarklılarını işleten bir devri yaşıyoruz (bkz. ııı. madde). beklemenin yok edilmesi, eski kadınları da ortadan kaldırıyor. işte şu yıllarda son temsilcileri hayatta.
beklemek sanatının ustası eski kadınlar, bugünkü bilinen “üretkenlik” kalıpları içerisinde değillerdi. edilgen görünen dünyalarında, beklemenin sükûnetine benzer bir üretkenlikleri belki de daha doğru bir ifadeyle “doğurganlıkları” vardı. köyde veya şehirde olmasına göre hayatlarının doğurganlığı, bereketi tezahür ederdi. köyün gündelik hayatı içerisinde süt sağan, yoğurt-çökelek-yağ yapan, hayvanlara bakan, bir şelek odun yapıp getiren, temizlik yapan, bahçeye/tarlaya bakan kadın aslında bir fabrika gibi çalışmaktadır. o gündelik işlerin çekip çevrilmesi için yarı hemşire, yarı veteriner, az çok terzi olmak gibi birçok marifetler gizlidir. köyden şehre getirdiğimiz, bugünün genç kızlarında bu marifetler, bu doğurganlık var mıdır? beklemesini bilmeyen, bolca sıkılan bu kızlarımızın günleri instagram’dan ve utanmaz hırslı gözbebeklerinin ardından dükkân vitrinlerine, gâvur işi avm’lere, süslü yemek sofralarına, televizyon dizilerine bakmakla geçiyor. onlara bu kötülüğü, daha doğrusu kendimize bu kötülüğü nasıl yaptık?
ıı.
mehmet emir’in beklemek kelimesi hakkındaki köken incelemesi bize zengin bir anlayışla yeni ufuklar getiriyor. o, beklemek fiiline “hanımcıl” anlam yüklemekten yana değil. herhalde “hanımcıl” ifadesi “dişil” dememek için, “dişil”in tamamen beşerî çerçevesinden çıkmak için tercih edilmiş olmalı. beklemek fiiline erkekçe veya kadınca bir mânâ hâlelerinden hangisini konduracak olursak olalım, beşerî/hayvanî olan her ne ise ondan uzaklaşmış oluruz, burası kesindir. çünkü onda çarpmak, olmak, akmak, kaşınmak gibi beşerî yüklemleri bulamayız. “bekleyen” bir bitkiden veya hayvandan söz etmek yerinde bir söz olmayacaktır, eğer bir masaldan söz etmiyorsak “beklemek”i insana mahsus bir yerde bulduktan sonra işimiz kolaylaşmaz. insanı, beşerî yanından tecrit etmenin imkânsız olduğunu bilgisine müracaat ederek başlayalım. erkek, erkekliğini “erlik”ten tecrit edemez; kadın, kadınlığını “dişilik”ten tecrit edemez. zaten cinsiyeti ortaya koyarak biyolojik cihâzlarına anlam yükleyerek, buradan geliştirdiği bir soyutlamayla erkeklik ve kadınlık durumlarına varır. içinde yaşadığı toplumdan aldığı erkeklik ve kadınlık kalıpları da buna temel teşkil eder.
mehmet emir’in incelemesinde “bekle-“ fiilinin “bek-“ kısmına kadar geniş, bol tedaili bir inceleme var. ancak “bek-“ten sonra gelen “-la” ekinin başımıza neler getirdiğine dair bir bahis açılmamış. isimden fiil türetmekte belki de en işlek, en hacimli yere sahip ek bu “-la” ekidir. bazen eklerin o kadar güçlendiğini görürüz ki müstakil hâle gelmek, kelimeleşmek temayülü gösterirler. burada o dereceye varan bir durum söz konusu değil, ancak o kadar kökleşip güçlenmiş ki “bekle-“yi kendi başına bir yapı olarak, bir kök olarak alacak hâle gelmişiz. bu elbette “-la”nın gücü. bu ekte “l” sesinin sabit kalması ve kaynaştırma sesi ünlülerin onun üzerine ses yapısına uygun şekilde dönüşerek gelmesine bakılarak temel sesin “l” olduğunu düşünebiliriz. zaten eklerde böyle olması da beklenecek bir şeydir. “l” sesinin ne tür yükü barındırdığını mehmet emir tahlil edecektir. ben “l” sesinde yayılarak dağılan, ihata eden, kadın rahmine benzer bir dişillik buluyorum. telafuz ederken de o yayılma hâlini hissedersiniz. donmuş hâldeki isim yapılarını alıyor, bir rahim gibi üzerine alıyor, sonra bir tohumu çatlatır gibi isim yapılarını harekete geçiriyor. kadınların “yapamayan ama yaptıran” gücü var sanki burada. “bek-“in erkek yükü, “bekle-“de kadın gücüne dönüyor. köydeki kadının gündelik hayatına dair yukarıda zikrettiğimiz göze görünmeyen bereketinin fabrika gibi iş görmesine benzetebiliriz bunu.
ııı.
beklemenin reddedildiği bir çağdayız. “bâtıl batı medeniyeti”nin içindeyiz. kilise adamları “ileride, tanrının krallığında” dedikçe, onları reddedip “now and here” diyen, “ileride istemiyoruz, şimdi istemiyoruz. tanrının krallığında, cennette istemiyoruz; burada istiyoruz.” diyenlerin kurduğu sapkın bir medeniyet bu içerisinde yaşadığımız. kendine güvenini kaybetmesinin emarelerini “ütopya”ların terk edildiği distopya edebiyatının geliştiği geçen asırda fark etti insanlık. artık mehdi, kurtarıcı beklemiyorlar; devamlı kabûs görmekle geçiyor günleri. eski hayaletleri hatırlıyorlar. ne yapacağını bilemeyen bu medeniyet, kendi bünyesine kapanıp kendi kendisini yemeye başladı. seri katillerin, toplu cinayetlerin sebebi bu olsa gerek. mehdi beklemeyi terk edenler, bünyelerinden eski türk korkularını hâlâ kabûslarında yaşayan norveçli cani breivik’leri çıkarıyor.
ıv.
1980’lerin maraş’ında mehdi bekleyen bir grup vardı. “horoz” lakaplı bir adam ve onun yamağı gibi bir rolde olan “şeytan halil” diye birisi bu işte öne çıkıyorlardı. fakat buradaki yapı, bilindik hikâyelerden farklıydı. genelde bir bekleyen grup olur ve bu bekleyen insanlar eninde sonunda bir mehdi doğurmayı başarırlar. şah ismail’in çıkışı buna örnek sayılabilir. maraş’taki örnekte ise arayayan/kaynayan insanlar vardı. onlardaki hareketliliği, kaynamayı bir noktada kuvvet olarak teksif etmek isteyen bir istihbarat servisi onları “bekletmek” istedi. yaşadığımız zamanlarda mehdi beklemek, artık halis muhlis yapısını büyük ölçüde kaybetmiştir. kâfir dünya sistemi, beklemenin kendisini almış ve onun gücünü başka yerlere sevk etmiştir. piyango sonucunu beklemek, emekliliği beklemek, maaş zammını beklemek, tatili beklemek gibi unsurlar beklemenin gücünü sömürüp tüketen vasıflarıyla hayatımızda yer almıştır. mehdi beklemenin kendisi bile otantikliğini, işte maraş’taki bu istihbarat servisi operasyonunda olduğu gibi, örselemiştir. bu sebeple, ilmî yönü bir tarafa, fanatik bir şekilde mehdi beklemenin anlamsızlığı üzerine mesai harcayan her ilahiyatçı bana firavun’un hazreti musa’ya meydan okuyan sihirbazlarından birisi gibi gelir. bu bakımdan o ilahiyatçıların, uzaya fırlatılan uydulardan bir farkı yok gibidir.
v.
eskiden şiirde “beklenen eleştirmen” vardı. kifayetsiz şairler, müteşairler, tembeller, kariyer olarak şiirle meşgûl olanlar “beklenen eleştirmen”den söz açarlardı. onların dediklerine bakılırsa bir gün büyük bir eleştirmen gelecek ve kendilerinin haklarını teslim edecektir. “tarih önünde hesap vermek”ten, “yarın tarih gösterecek” diye umut eden bahsedenler de benzer bir duygu içerisindedirler. onların psikolojsini anlatmak üzere postöykü dergisinde “o büyük eleştirmen bir gün gelecek” başlığıyla bir yazı yazmıştım. meselenin bu yönüyle ilgilenenlerin o yazıyı da okumasını tavsiye ederim: https://www.gzt.com/post-oyku/o-buyuk-elestirmen-bir-gun-gelecek-3496554
mehmet raşit küçükkürtül
gurgumlu@gmail.com
(29 zilhicce 1443 – 28 temmuz 2022 kahramanmaraş)
Dosya Yazıları
Tarihin Bekleyen Yüzü: Girit
Beylik Bir İş Olarak Beklemek
Beklemenin Halleri