Bekle Bekle Nereye Kadar?

Günlerce “beklemek” fiili hakkında kafa yordum. Elimle tutup, gözümle görüp, kalbimle hissedip ve de aklımla idrak edebileceğim bir cevap aradım. Keskin ve derin bakışlarla uzaklara daldım, beklemenin anlamını düşündüm. Olmadı. Önüme baktım, olmadı. Vapura bindim, olmadı. Suriye Çarşısı’nda gezindim, olmadı. Kabirleri ziyaret ettim, olmadı. Hiçbir anlama gebe olmayan, zorlama, sırıtan, bomboş fikirler mayaladım durdum. Sonra yaptığım şey, ya tutarsa diye mayaladığım gölün içine atlayıp yüzmeye girişmek gibi bir şeye dönüştü. Tam anlamıyla bocaladım. Çevremdekilerin ciddi bir düşünce mesaisinde olduğumu sanması için derin derin iç geçirdim. Belki onların öyle sanmasıyla açığa çıkan pozitif enerji bana yol gösterir dedim yine olmadı. Beklemek bir tür eylemdi. Fakat üzerinde düşünülmemiş bir eylem. Bekliyordum ama beklediğim kadar beklemenin anlamına dair akıl yürütemiyordum. Buna ihtiyacımın olup olmadığına ilişkin fikrim de yoktu. Bu sebeple, beni bekleyenlerin çektiği acıyı tefekkür etmeye başladım. Beklemeyi kendi üzerimden değil de, beklettiklerim üzerinden anlamaya çalışmak daha cazip geldi. Bunu da beceremedim.

Beklemek konusunda bir fikre sahip olmayışım başka bir duruma sebep oldu. Tarihle hatta tarihin felsefî yönüyle mesai harcayan biri olduğumu hatırlayıp, beklemek üzerine anlamlı bir fikre sahip olmadığım için kendimi kınamaya başladım. Başarısızlığımın nedeni olarak sıfatlarımı öne sürdüm. Kendime karşı sanki her şeye dair bir fikrim olması gerekiyormuş gibi bir tavır takındım. Bu içler acısı durum karşısında, insanın kendisini eleştirirken bile sıfatlarından sıyrılarak, sade bir bakış açısıyla ya da kendisini olduğu gibi göremediğini fark ettim. Fakat bekle bekle nereye kadar derken, bu sefer kına kına nereye kadar demeye başladım ve yazının neticelenmesi için maruz kaldığım baskıları da yanıma alıp yeniden masaya oturdum.

Bir aldatmacadan ibaret olan fikirlerimi yazıya döktüm. Feyyaz Kandemir’le paylaştım. Yazıyı okuduğunda yaptığı şey “delete” tuşuna basmak oldu. Çünkü zihnimdeki belirsizlik ve anlamsızlık yazıya yansımıştı. Düşündüklerimi, kendimde bir karşılığı olmadan yazmanın hiçbir anlamı yoktu. Çünkü yazar kendi içinde çözemediği meseleleri yazıya dönüştürdüğünde yaptığı şey zırvalamaktan ibarettir. Benim yaptığım da bu oldu.

Tekrar tekrar oturdum masaya ve değişen bir şey olmadı. Aynı kısır döngünün içinde debelenip durdum. Bunun bir nedeni de kavramların ya da ilgimizi yönelttiğimiz meselelerin katmanlı oluşudur. Katmanlara dair çıkarım yapacak donanımım yok. Bildiğim tek şey meseleye nereden yaklaşırsam yaklaşayım hep eksik kalacak olması. Beklemek üzerine söyleyeceklerim hep bir eksiklik barındıracak. Her cümlenin sonuna bir “ama” eklenecek. İşte paradoksun başladığı nokta burası. İçinden çıkılmaz gibi duran bu noktada eleştirilecek yön ise paradoksun meydana gelmesine neden olan düşünme biçimimizdir. Beklemek, beklemeyi doğuran bir şey olduğu gibi düşünce de düşünceyi doğuruyor ve kendimi bir sarmalın içinde buluyorum.

Bu durum, beklemek hakkında daha önce hiç düşünmemiş olduğumun bir ifadesi. Belki burada sorulacak soru şu olmalı; Nasıl olur da hayatımı beklemekle geçirmeme rağmen beklemek üzerine bir kez olsun düşünmedim? Hâlbuki beklemek birçok açıdan temas ettiğim bir gerçeklik. Omzumun üzerinde bir kelebek gibi varlığını hissettirmeden benimle olan bir şeyi niçin dikkate almadım? Belki bundan haberdar olmak zorunda değilimdir fakat bu kadar iç içe geçmiş olduğum; hakkında nice şiirler, ağıtlar ve felsefî metinler yazılmış bir kavramı hiç ciddiye almamak üzücü bir durum. Didem Madak “beklemek üzerine felsefe kitabıydık” derken bu hakikate dokunuyor. Her şeyi bekleyen insanların, artık beklemek hakkında bir kitap olacak kadar derinleştiği bir gerçeklik üzerinde hiçbir şey düşünmemek ise ciddiyetsizlikten başka ne olabilir? Netice itibariyle bu dosya konusunun bende sebep olduğu şey, Epiktetos’un, “arzuların zehirli, içgüdülerin zayıf, isteklerin tutarsız, güdülerin doğayla uyumlu değil, fikirlerin olgunlaşmamış ve yanlış” dediği noktada olduğumu anlamak. Belki de beklediğim şey tam olarak buydu. Yalnızca beklediğimden haberim yoktu.

İbrahim Orhun Kaplan

Beklemek Dosyası Yazıları

Tarihin Bekleyen Yüzü: Girit
Beylik Bir İş Olarak Beklemek
Beklemenin Halleri
Beklemek
Bekleyen ve Beklenen
Beklemek Zamana Şahitlik Etmektir
Serbest “Bekle”yiş Etkisi
Beklemenin Ekleri

 

DİĞER YAZILAR

2 Yorum

  • Baytar de bilir o beni , 16/09/2022

    Sen beklemeyi düşünmemişsin bugüne kadar ,bense beklemeyi düşünmenin gerektiğini bile burda fark ettim

  • belirsizliğe son , 20/08/2022

    “Bir öfkenin, bir acının kızgın demiri kalbimize dokunmadıkça ses gelmiyor oradan.” diyor Cemil Meriç. Belki siz de beklemek fiilinin ne’liği üzerine olan anlam arayışınızı -bu fiilin kendisini ucundan yaşamaktan ziyâde- fiilin kendisinde fenâ olduktan sonra netliğe kavuşturabilirsiniz. Neticede “ateşe düşmeden yanmayı bilemezsin.” Anlamak için yanmak lazım, yanmak için tüm kalbimizle yaşamak…

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir