Muhammet Emin Oyar, can sıkıntısının ilacını hukuk öğrencilerine sataşmakta bulmuş…
***
Can sıkıntısı insana neler yaptırır? Genelde pek bir şey yaptırmaz. Ama bir şey yapmadan da can sıkıntısı geçmez. Birçok nedenden dolayı değil de sebepsiz yere canımız sıkılıyor. Sıkıntımızı gidermek için ya hayatımızda bazı değişiklikler yapıyoruz ya da gereksiz faaliyetlerle zamanı öldürüyoruz. Ben bu faaliyetlerin arasına yeni bir şey daha ekledim. Eğlence, adrenalin, hırs vs. içinde ne ararsanız var. İşte o faaliyet, başka fakültede rastgele bir derse girmek. Bunun öğrencilik hayatı boyunca mutlaka denenmesi gerektiğini düşünüyorum. Kendi derslerinizde uyuyorken bu farklı ortamda tanımadığınız hocayı pür dikkat dinliyor ve sınıfta sürekli gözlem yapıyorsunuz. Düşünsenize dersle ilgili hiçbir kaygınız yok. Etrafınızdaki öğrencilere “Not alın, sizi gidi sefiller” bakışı atmanın paha biçilemezliğini tadıyorsunuz.
Havacılık öğrencisi olarak hukuk fakültesinde bir derse girdim. Annem hukuk okumamı çok istemişti ama anneannemin “Hukukçu olup da ne yapçen onlar hep yalançı oluyo” sözü beni o kadar etkilemiş olmalıydı ki bu bölüme karşı hiç sempati besleyemedim. Rastgele bir sınıfa girdim. Daha doğrusu amfiye girdim. İlk defa bir amfide ders dinleyecektim. Bizim mevcudumuz az olduğu için sınıflarımız da küçük haliyle.
Derken hoca içeri girdi ve hocanın içeri girmesiyle amfideki yaklaşık yüz elli kişinin kitaplarını açmaları bir oldu. Sadece benim önümde kitap yoktu. Ben de çantamdan Salah Birsel’in Boğaz İçi Şıngır Mıngır’ını çıkardım. Rastgele bir sayfasını açtım ve öylece masanın üzerine koydum. Hoca biraz ders anlattıktan sonra “Evet arkadaşlar şimdi 152. maddeye geçelim” dediğinde sınıfta tek bir “şakırt” sesi duyuldu. Amfideki yüzden fazla öğrenci aynı anda sayfa değiştirmişlerdi. Tabiî ki de ben onlara ayak uyduramadım.
Dersi anlatan hocanın öğrencilerin hepsinin adını bilmesi dikkatimden kaçmadı. Bunu marifet olarak görüyor olmalıydı ki uzaktan uzaktan beni kesiyor, gözlerini kısıp adeta “Ben bu öğrenciyi nasıl tanıyamam” diyerek bana soru sormaya çekiniyordu. “Söyle bakalım adını bilmediğim öğrenci…” diyerek söze başlamayı kendine yediremeyecekti. Kim bilir, belki de tüm öğrencilerini tanımakla nam salmıştı ve bu ününü bozmak istemiyordu.
Ders esnasında öğrencilerden gelen sorulara oldukça şaşırmıştım. Bir de bu sorulara sadece benim şaşırmam şaşkınlığımı iki katına çıkarttı. Hoca da “Akşam, tam olarak hangi vakit aralığını işaret eder? Yol kesme tam olarak nedir?” gibi sorulara tüm soğukkanlılığıyla, aruz ölçüsüne de sadık kalarak cevap veriyordu.
Annemi dinlemeyip bu bölümü okumadığıma pişman değilim. Bir arkadaşımızın kitaplığındaki kitap için söylediği “Okumadım, okumam da” sözünü ben bu bölüm için tekrar etmek istiyorum. Bu bölümde okuyan ve buradan mezun olan birçok arkadaşım var. Allah onlara kolaylık versin, işleri çok zor. Hesap sormak ve hesap kesmek kolay olabilir ama bu hesapların bir gün denetleneceğini de akıldan çıkarmamak lazım.
Sonunda hoca “Evet arkadaşlar, on dakika ara veriyoruz. Sonra devam edeceğiz.” demişti. Onların arası benim vedam oldu. Eşyalarımı toplayıp amfiden çıkıyordum ki hocanın beni süzdüğünü ve karizmasını çizmeden dersten ayrılmama gayet memnun olduğunu gördüm. Haftaya başka derste görüşmek üzere…
1 Yorum