Köprü denilince akla, iki yeri birbirine kavuşturan yapı gelir. Her zaman bu yapının birleştiriciliğinden, bağlayıcılığından bahsedilir. Hâlbuki köprü özünde ayrı kalmışlığın simgesidir. Zira ayrılık olmasaydı kavuşma önem taşımaz, köprülere ihtiyaç duyulmazdı. Herhangi bir köprünün üzerinden geçerken oraya sinmiş hatıralardan damıtılan duygu yoğunluğunun etkisine girmeyen insan çok azdır. Hele tam ortasına varıldığında duraksamak işten bile değildir. Orada çiğnenmeden ve ağızda ısıtılmadan ciğerlere çekilemeyecek kadar sert ve soğuk bir hava vardır. Kışın üşütür, yazın ürpertir. Bunlar klasik köprülerdir. Günlük yaşamda insanları birbirine kavuşturur gibi gözüküp aslında doğal ayrılığın ve dolayısıyla gayrılığın çaresizliğine karşı suni bir karşı koymaya, çırpınışa işaret ederler. Bir de alışılmışın dışında görüntüleri ve özellikleri olan eşine nadir rastlanan köprüler vardır. Tek işlevleri geçiş vasıtası olmak değildir. İnsanlar için bir geçiş noktası olmaktan öte anlam taşırlar. Bir yere varmak için geçilen mecburi güzergâhın bir bölümü değil de özellikle varılan yerdirler. Irgandı Köprüsü işte bu istisnai köprülerden biri. Geçilmek için değil varılmak için gidilen türden.
Irgandı Köprüsü, dünyadaki dört arastalı yani çarşılı köprüden bir tanesi. Diğerleri Bulgaristan’ın Lofça kentindeki Klearchos Köprüsü, İtalya’nın Floransa kentindeki Ponte Vecchio Köprüsü ve Venedik kentindeki Rialto Köprüsü’dür. Bizim arastalı köprümüzün altından Gökdere yaz kış durmadan akar. Bu dere aynı zamanda Bursa’nın Yıldırım ve Osmangazi ilçelerinin idari sınırını oluşturuyor. Doğusu Yıldırım’a, Batısı Osmangazi’ye çıkar. Mezkûr köprü Gökdere üzerindeki üç köprüden ortancasıdır. Hemen güneyinde Setbaşı Köprüsü vardır. Bu köprü işlek bir köprüdür ve iki ilçenin trafik yükünün hatırı sayılır bir kısmını tek başına omuzlar. Dibinde Setbaşı Şehir Kütüphanesi var. Irgandı Köprüsü’nün hemen aşağısında şimdilerde semt sakinleri tarafından yaya yolu olarak kullanılan ve çoğu Bursalının varlığından haberdar olmadığı Boyacıkulluğu Köprüsü vardır. 1530’lu yıllarda Boyacıkulu Hoca Sinan isimli Bursalı bir tacir tarafından yaptırıldığından ismini bu tacirden almıştır. Irgandı’dan her iki köprü de görülebilmektedir.
Bursa’nın simgelerinden olan bu köprünün yapılışıyla ilgili muhtelif hikâyeler mevcut ama en çok rivayet edileni 17. asrın en büyük seyyahı ve müşahitlerinden biri olan Evliya Çelebi’nin Seyahatname adlı eserinde anlattığıdır. Orhangazi’nin Bursa’yı fethettiği esnada Allah uğruna cenk eden cengâverlerden biri köprünün şu anki bulunduğu yerde çıkayım mı geleyim mi diye bir ses duyar. Asker hemen kılıcını çekip çık bakalım ne yapabilirsin diyerek sesin geldiği yere kılıcını vurunca vurduğu yerden gürüldeyerek büyük bir hazine meydana çıkmış, çıkarken yer ırgalanıp sallanmış. Asker sarsıntıdan sonra büyük bir hayrete kapılmış. Zira etrafına baktığında derenin içinin, sikke sikke altın dolu küplerle dolduğunu görmüş. Tez vakitte olanları gidip Orhangazi’ye anlatmış. Orhangazi de ne hayır işledin ki Allah sana nasip etti, git bu altınları Bursa’da hayrat için harca demiş. Akabinde Asker tüm hazineyi evine taşımış. Onda birini devlet hazinesine verip kalanı ile bu köprüyü yaptırmış. Köprü’nün ismi de buradan gelmekte imiş.
Çeşitli kaynaklarda köprünün Irgandılı Ali oğlu Tüccar Müslihiddin’in tarafından Mimar Abdullah oğlu Timurtaş’a 1442 yılında yaptırıldığı geçmektedir. Köprünün orijinal halinde kargir malzemeden yapılmış otuz bir dükkân ve bir mescit bulunuyormuş. Köprünün her iki ayağında da birer ahır mevcutmuş. 1855 yılındaki büyük deprem hasebiyle kargir yapılar zarar görünce yerlerine çeşitli ebatta ahşap dükkânlar inşâ edilmiş. Irgandı Köprüsü 1922 yılında Yunan işgal kuvvetleri tarafından kenti terk ettikleri esnada bombalanmış ve köprüdeki tüm dükkânlar yıkılmış. Sonrasında köprü 1949 yılında onarılmış ve 2004 yılında Osmangazi Belediyesi tarafından dükkânlar tekrar yaptırılarak bugünkü halini almış. Köprüde mimari bakımdan sadeliğin yakalandığını söyleyebiliriz. Yerler doğal taşlarla döşenmiş. Dükkânların hepsi nostaljik hafif kapalı sarıyla boyalı. Onun dışında koyu kahverenginin ahşaba verdiği estetik güzellikten köprünün nasiplendiğini söyleyebilirim. İnsanın gözünü dinlendiren koyu kahverengi-hafif sarı evliliğinden işte günümüzün Irgandı Köprüsü doğmuş. Köprünün hangi başından bakarsanız bakın içinizde uluyan kurtlar susar ve kuşlar cıvıldamaya başlar. Size sadece tadını çıkarmak kalır.
Köprü, 2004’ten bu yana ismi geleneksel sanatlarla anılan ve bu sanatların icra edildiği bir yer haline gelmiş. Zamanla ebru sanatçılarının, ahşap oyma meraklılarının, nakkaşların, hattatların, neyzenlerin ve el sanatlarının çeşitli alanlarına yoğun ilgi duyan vatandaşların uğrak mekânı olmuş. Buradaki tek çay içilebilecek mekân bir Ahıska Türkü olan Recep Abi’nin yeri. İçerisi biraz küçük ama giren herkesi sarıp sarmalayan içten ve samimi bir havası var. Penceresinden Boyacıkulluğu Köprüsü görülebiliyor. Bir köprüden başka bir köprüyü izlemenin nasıl bir duygu olduğunu merak edenler için tavsiye edebilirim. Bu durumun insanı insandan izlemekten çok az farkı olduğunun altını çizmekte fayda görüyorum. Bu güzide köprünün batı çıkışında içinde hayvan tedavi bölümü de bulunan Gurebahane-i Laklakan Kültür Merkezi var. Keza burası da Bursalıların çok önem vermediği yerlerden birisi. Günümüz Türkçesine “Düşkün Leylekler Evi” olarak çevirebileceğim bu kendine has merkezi Bursa’nın keşfedilmesi gereken yerlerinden birisi olarak tanımlayabilirim.
Irgandı Köprüsü kaygılı yürüyüşleri adımlarının seslerinden tanımasıyla maruftur. Heyecanıma esir olduğum zamanlarda kendimi orada bulurum. İnsan yaşarken, hayatının dram olup olmadığını anlayamaz çoğu zaman. İçindeki şüphelerin yerini ne zaman belirliliğe bırakacağını düşünür sürekli. Böyle yorucu düşüncelerle ne zaman hemhal olsam, bu köprü mıknatısın çekim alanına kapılmış demir tozu gibi kendisine çekiyor beni. Yufka yürekliliğimi örten kibre benzer durgunluğumu en çok bu köprüde hissediyorum. Hayatta giriş, gelişme, sonuç diye bir şey olmadığını, hayatın buluşmalardan ve ayrılmalardan ibaret olduğunu hatırlıyorum. Ve buluşmaların sadece ayrılıkları birbirine bağlayan köprüler olduklarını… Sonra içimden şu cümleyi tekrar ediyorum: İnsan, ayrılığın değişmez unsurudur.
Akşamüstleri denk gel(e)meyeceklerini bile bile tanıdık yüzler arayan kimselerin birbirinden habersiz olarak gittiği yerlerden birinin bu köprü olduğunu söyleyebilirim. Burada sonbaharın hazin akşamlarında yağmur habercisi sıcak lodostan başka sırtını okşayanı olmayan yalnızların, elleri ceplerinde bir çalım yere bir çalım ileri bakarak yürüdüğüne çok kez şahit oldum. Ömürlerinden bir yıl daha gittiğini doğdukları mevsimden bağımsız olarak sonbaharda hissedenler, burada birbirlerini hemen tanırlar. Irgandı çok kez şahit olmuştur buna. İnsanlık hali, bir savunmasızlık halidir. Olanlara, yazgıya, en nihayetinde ölüme. Bunu bilmek hiçbir şeyi engellemez ama insanı buna göğüs germeye hazırlar. Hayata çok kez seslendim bu köprünün üzerinden. Ya gel bana dilini öğret ya da gel yeni bir lisan oluşturalım diyerek. Hâlâ cevap bekliyorum. O yüzden Irgandı Köprüsü benim için kozmosu ararken kaosu bulmakla eşdeğer.
İnsan farkında olmaksızın bazen ileride bazen geride yaşar. İleri ile geri arasındaki salınım esnasında dengeyi bulduğunda kendisini anda bulur. Varlığını hatırlar. Dünyanın geldiğimiz yere dönmek için geçmemiz gereken bir köprü olduğunu yavaş yavaş idrak etmeye başlar. Geçmişi kutsama ve geleceğe sırtını yaslama saplantılarından vazgeçer. Hayatın kristal yollarında yürürken dayandığı her savı sağlamlık testine sokmaya başlar. Doğduğundan beri dolduğunun farkına varır. Birtakım duygular, düşünceler ve hayallerle. Bunları bir ömür sırtında taşıdığını düşünür. Irgandı Köprüsü’ne her gelişimde bu ve benzeri düşünceler beni çemberine alıyor. En nihayetinde bu köprüde sadece bir yolcu olduğumu iliklerime kadar hissediyorum.
Muhammed Furkan Kâhya