Yüzleşme

Mustafa Çolak, bilgelik kapısından girdi.

***

Bunalım sayfalarda güzeldir. Gerçek hayat bunalımı kaldıramayacak kadar hafiftir.

Hayatla dalga geçen ve her fırsatta hayatın saçmalığına dem vuran insanlara baktığımda bunu sadece yazılarında veya bazı konuşmalarında yaptıklarını görürüm. Yaşamları, küçümsedikleri diğer insanların yaşamlarından farksızdır. Hatta kendileri daha da gömülmüşlerdir yaşam oyuğunun içine. Karşı çıktıkları tüm sistemlerin köleleridirler. İnsan kendini kandırmayı ne çok seviyor! Ve insan, tutunamadım diye diye hayata bir yerlerinden tutunmak için ne çok çaba sarf ediyor!

Tüm bu vaveylâlardan sonra şöyle bir etrafıma göz gezdirince, gece yarısı bir mezarlığın kenarında çöküp kalan erkeğin gözlerindeki hüzün, söylemek istediklerimi hissettirir bana. Anlarım; söz dinlenmez ve söylenemez, söz sadece hissedilir.

Yaşamdan herkes farklı şekilde tat alır. Akşamüzeri ıssız bir tren garında yalnızlığını damarlarında gezindirip mısralar düşen adamla, elindeki poşetle kendisini üç çocuğun beklediği eve ekmek götüren adam arasında hayatın içindelik-dışındalık noktasında hiçbir fark yoktur. İkisi de kendi hayatlarının tam ortasında yerlerini almışlardır.

Önemli olan, zaman kavramının, iki adamı da derinden acıtmasıdır. Zamanın geçişini belli bir tecrübeyle kavramış insan, kendini yaşama teslim etmiş insandır. Bunu kavramadan önceki dilim, mücadele dönemi, sonraki dilim, tam manasıyla teslimiyet dönemidir. Zaman, kendisini anlayan insana çok şey öğretir!

Karga kovucu gibi çevremdekileri yakınıma yanaştırmadığım, bunalımı son haddinde yaşadığımı ve benden ötesini kimselerin yaşayamayacağını zannettiğim o gülünç yıllar da bana çok şey öğretmiştir mutlaka. Fakat şu an onlara gülünç dememin sebebi, zamanın akışını izlemeyi öğrenmiş olmamdır.

Kendini karanlık odalara hapsedip, sigarasından çıkan şekilli dumanları seyreden bunalım kolikler şunu unuturlar: Hiçbir şeyden zevk almamak da bir zevktir ve tüm zevkler gibi geçicidir.

Bu hayatta hemen herkes kendi istekleri dışında yaşar. Çünkü yaşam, kendi isteğimiz dışında bize verilmiştir. O halde yaşamdan, senin isteklerini karşılamasını beklemenden daha saçma bir şey yoktur.

İnsan, hiç uyanmasa uykunun güzel bir şey olduğunu anlayamazdı.

Ölümü yaşamaya tercih etmek ise cesaret meselesi değil, irade meselesidir. Ancak iradeli insanlar yaşamayı başarırlar.

Yaşam, birtakım kararlar ile köşelerini belirlediğin örümcek ağından ibarettir. Her insan, köşeleri belirledikten sonra yavaş yavaş yuvasını örer ve ördüğü ağı sebepsizce korumakla görevli hisseder kendini. Sonra da kocaman dünyada kendi ördüğü ağa kendini hapsetmeyi marifet sayar. Kendi basiretini yine kendisi bağlar.

Ancak bunu elimizde olmadan yaparız çoğumuz. İçgüdüsel olarak. Aynı örümcek gibi. Sonra dönüp baktığımızda bunu neden yaptığımızı, hatta şu an nerede olduğumuzu bile hatırlayamayız. O -ara-da bir şeyler olmuştur ve neyin nasıl olduğunu sorgular dururuz.

Yazgısını değiştirmek isteyenler çoğunlukta olduğu gibi, kaderine boyun eğenler de vardır ve boyun eğenler, aslında elinden hiçbir şey gelmediği ve buna mecbur olduğu için değil, anlama ve bilmenin bir noktadan sonra gereksiz olduğunu kavradığı için hayatlarını ses çıkarmadan sürdürmeyi tercih etmişlerdir.

Ya da dünya, tam bir lağım çukurudur diyebilirim. Çıkmak için debelenenler iyice pisliğe bulanırlar. Nerede olduğunu anladıkça mide bulantın o kadar artar ve içinde bulunduğun kuyuda yaşaman, bilinçlendikçe zorlaşır. Tam tersine gün geçtikçe hayattan daha çok zevk almaya başlıyorsan, hınzırlaşıyorsun demektir.

İki soru:

Çayın kaynama sesi, bu yoğun koşturmaca arasında ne ifade eder?

Veya kime ne diyebilirsin, yazmanın gerekliliği hakkında?

Bu tür soruları yaşama esnasında ara ara durup, kendilerine soranlar ile soracak hiçbir sorusu olmayanların savaşında, olsa olsa savaş muhabirliğidir yerim. Fakat savaş muhabirliğinin koşturmacasından da sıkıldım.

Bugün yirmi beş Ocak. Sıkıntı benim her şeyim. Telefon icat edilmeden önce telefon diye bir şeyin icat edilmesi gerektiğini savunan bir adamdan farksızım.

DİĞER YAZILAR

4 Yorum

  • lokman hekim bizim köyde;enes bayoğlu , 29/01/2014

    Hayat bu kadar anlaşılmaz değil Enes, önemli olan basite irca etmek…
    bu tavsiyelerde bulunan Edebifikir’in benzeri bir şekilde bilgelik kapısından giren Mustafa Çolak’a telkinde bulunması +++
    şu günlerde yazmak ve bir çay yudumlamak için yaşanılacak kadar bilgelik mistisizmi çayına uzaklaştıkça yazılan çizilen herşeyin; bir Bandırma Vapuru gibi ne kahramanlık yaparsa yapsın bir kenara çekilip kendini sergi malzemesi olarak sunmasını normalleştirecek boyutta olması elbette rahatsız edici bir durum.
    ve bu savaşın en çetin tarafı bu savaşa muhabir olmaktır ki,vapurun son halini gözler önüne serebilesiniz sayın Çolak.

  • dibace , 28/01/2014

    Evet sayin colak, bu dediginiz yuzlesmeyi ben de vakti zamaninda cok yapmistim. Hele ki yazi yazan arkadaslarimin inek ve hirsli ve hayati son derece onemsemelerine uzun sure sasirdim. Sonra soyle bir formul gelistirdim; ya bunlarin acilari sahte yahut bunlar klavye basina oturunca farkli biri oluveriyorlar. Sonra ” gercek” olanlarina rastlayinca rahatladim az da olsa..evet cogu seyi sacma bulabiliriz, yillarca boyle yasayabiliriz ama bu hic iyi bir hal degil ey ahali..o zaman surekli bitse de gitsek modu sizi ele geciriyor. Gecirmekle kalmayip hayatinizi yonlendirebiliyor. Ne yapak.

  • mahmut peltek , 28/01/2014

    yaa bıraksın bu ayakları. hep tırıvırı. hikaye. paranın içinde yüzüyor, tabii mutlu artık.

  • süttençıkmışakkaşık , 28/01/2014

    Ne güzel söylemiş : ‘ Hiçbir şeyden zevk almamak da bir zevktir ve tüm zevkler gibi geçicidir. ‘ Doğru söylemiş…

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir