Yazarlarımızdan Mehmet Raşit Küçükkürtül memleketine yıllık izne gitmiş. Kitaplığına kavuşunca Diriliş Dergisi’nin 7. döneminde yer alan Sezai Karakoç’un hatıralarından ilginç bir pasajı bizim için iktibas etmiş. Yazarımızın dediğine göre “Yenilgi yenilgi büyüyen bir zafer vardır” mısrasının şerhi bu hatıra olmalıdır.
***
O yaz, bir gün, henüz öğrenci olan ve Diriliş’te hikâyeleri çıkan bir gençle, Gülhane Parkı’na çay içmeğe gitmiştik. Parka gittiğimizde, biraz ilerde, Fethi Gemuhluoğlu’nun, bir zatın yanında, mübalağalı denecek derecede çok saygılı bir şekilde -yanlarında da birçok kişi vardı- yürüdüğünü gördüm. Sonra onlar ağaçlar altındaki kahvede uzun bir masaya oturdular. Biz de başka bir masaya oturduk. Biraz sonra Gemuhluoğlu yanımıza geldi: “Gelin, gelin!” dedi. Bizi yanlarına çağırdı. Gittik. Ben o zatı Gemuhluoğlu’nun kayınpederi sanmıştım. Yanlarına gidince, Gemuhluoğlu bize: “Elini Öpün!” diye fısıldadı. Biz de elini öptük. Yaşlıca bir zâttı. Bir memur emeklisi görüntüsü içindeydi. Uzun masanın başında oturuyordu.
Birçok kişi de masaya sıralanmıştı. Çevrede de çocuklarıyla gelmiş birçok aile vardı. Bazı kadınlar, çok küçük çocuklarını o zâta getiriyorlardı. O da alıp seviyor, tekrar kendilerine iade ediyordu. Gemuhluoğlu bizi o zâta takdim etti. Biz de masada oturduk. O zât pek konuşmuyordu. Ve zaten çocuklarını getiren kadınların âdeta işgalinde olduğundan, konuşması da pek mümkün değildi. Bir ara, Fethi Gemuhluoğlu o zata: “Efendi Hazretleri, hakkında ne buyurursunuz?” diye beni işaret ederek sordu. Çevredeki ilgiden, kadınların çocuklarını ileri sürmelerinden, Gemuhluoğlu’nun sorusundan o zâtın bir şeyh olduğunu çıkardık. Şeyh cevap vermekte acele etmedi. Zaten ortam da pek sohbet yapacak bir durumda değildi. Ancak Gemuhluoğlu ısrar edip sorusunu bir kaç kere tekrarladı. O zaman şeyh, dişleri arasında pek anlaşılmayan birtakım sesler ve sözlerle kendi kendine mırıldanır gibi bir şeyler söyledi. Bütün dikkatimle dinlediğim hâlde, bu sözlerin birçoğu bana anlamsız sözler gibi geldi. Yalnız birçok anlamsız söz ve ses kırıntıları içinde bana anlamlı gibi gelen kelimeler de vardı. Bunu bir müzik aletini çalmaya başlarken yapılan nağme aramalarına benzetmiştim gayri ihtiyari. Sanki asıl söylenecek kelimeyi bulmak için, sesler ve sözler geçit yapıyordu ağzında şeyhin. Tabiîdir ki, ben Gemuhluoğlu’nun ısrarını doğru bulmamıştım. Çünkü o zâtla daha yeni tanışmıştık. Benim için ne söyleyebilirdi? Ama Gemuhluoğlu, mistik bir davranışla, adet tanımayı şart görmeden sorusunu yöneltiyordu. Buna mani de olamazdınız. Çünkü mizacı böyleydi. Şeyhin kendi ağızında söz ve ses dizilerini tertiplemesi uzun bir süre aldı. Ben anlamlı olarak gördüğüm kelimeleri kafamda yan yana getirdiğimde: “Mağlup görünür, fakat her zaman galiptir.” cümlesi olmuştu. Kendi kendime herhalde ben böyle yakıştırma yaptım diye düşündüm. Şeyhin böyle söylediğinden kuşkuluydum. Biraz sonra kalkıp izin istedik. Parkın kapısından çıkmıştık ki Gemuhluoğlu’nun arkamızdan koşa koşa geldiğini gördük. Yanımıza geldiğinde memnun ve heyecanlı idi. “Senin için ne dedi, anladın mı?” diye heyecanla sordu. Ben, güç bela çıkardığım cümleyi söylersem, Gemuhluoğlu da öyle söyledi diye onaylarsa, yine de kuşkumun gitmeyeceğini bildiğimden: “Ben bir şeyler anladım ama onu doğru anlayıp anlamadığımı bilmiyorum. Sen ne anladın, söyle.” dedim. O zaman Gemuhluoğlu son derece memnun: “Senin için ‘Mağlup görünür fakat her zaman galiptir.’ dedi.” diye cevap verdi. O zaman yanlış duymadığımı anladım. Gerçekten ben de aynı şekilde anlamıştım sözleri. Bu sözün hayatıma uygulandığında, uyan bir tarafı vardır. Genellikle, imkânlarımın zayıflığı sebebiyle, yaptıklarım gözle görülür elle tutulur bir şekilde herkesçe kabul edilmez. Olaylara sathî bakan nice kişi savaşımımda genellikle bir seri başarısızlık ve yenilgi görmüş gibi olurlar. Görünüm hep aleyhimedir. Ama uzun vâdeli düşünülünce, edebiyat alanında, fikir ve ideal alanında çalışmalarımın boşa gitmediğini, bütün olumsuz şartlara rağmen yeni nesillerce yeterince olmasa da bir dereceye kadar benimsendiğini söyleyebilirim. “Her zaman galiptir” sözünü, nefsimizi okşadığı için bir garanti bir senet gibi kabul edemesek de, ümidimizi ve şevkimizi kamçılayan bir teşvik, doğrultuyu gösteren bir eğilim olarak görmemizde bir sakınca olmasa gerek.
Aradığı bir gerçeği, bu tarzda bulmaya çalışmasını acaba, ta kamlar, baksılar, ozanlar devrinden kalma yaşayan bir gelenek miydi diye düşünmüştüm o şeyhin.
Sonradan aynı zatı gerek Gülhane Parkı’nda, gerek Kapalıçarşı’daki Şark Kahvesi’nde çok kez gördüm. Sanırım yazları Pazartesi ve Perşembe günleri Gülhane Parkı’na geliyor ve sevenleriyle görüşüyordu. Şark Kahvesi’nde de bir köşede arkadaşlarıyla oturup sohbet ediyordu. Vefat ettiği zaman çok yaşlı olduğunu ve halveti şeyhlerinden bulunduğunu, nispetinin Amiş Efendi’ye çıktığını yazılanlardan okudum. İsmi Mustafa Efendi’ydi.
Sezai Karakoç
(Diriliş Dergisi, 7. Dönem, Sayı: 111-112, 31 Ağustos – 7 Eylül 1990 sy. 17-18)
1 Yorum