Kadın, her türlü yavaşlıktan daha yavaş, her sürprizden daha ani bir şekilde unutuyordu.
Maurıce Blanchot
Sokağın gürültüsü bütün kuşları bulutlara teyellemiş durumda. Tıklım tıkış otobüslerin arasında kalıp ezilmiş bir kedi yavrusu, unutmayı bir türlü başaramamış insanlarla dolu bir kaldırım, yenilmeyi göze alamayanlar, bir gün olsun başarmış olmayı akıllarına hiç getirmeyenler… Küçük bir pasaj yazdım abi, nasıl olmuş?
Biraz sırıtıyor. Durum tasviri yaparken bunu insanların gözüne sokmadan yapabilirsin. Gelgelelim bugün yazdığın pasaj üzerinden gevezelik yapmaya hiç niyetim yok. Aç bir blog, yaz babam yaz. Zaten şuan iş çığırından çıktı. Ülkemizde kişi başına düşen blog sayısı üçten az değildir.
Abi ne bloğu, eskidi artık, “demode” oldu o iş. Artık “mikro blog” olayı var.
Belli, belli. Kurduğun cümleden belli. Bak, gene de iyi yayını hep önceleyen, niceliği değil niteliği arayan siteler de var. İnternet yayıncılığı hayli gelişti. Bence edebiyat ve fikir denince akılda tutulması gereken edebifkir.com var. Bu site eski tarz blog anlayışını korumakla birlikte dört başı mamur bir edebiyat sitesi. Orijinal içerikleri var. Bir tarzı var adamların. Mutlaka bir göz at. Yok, yok, sen mutlaka her gün açıp oku.
***
Şimdi asıl meselemiz bu değil. İstediğim, “İnsan unutmayı nasıl meslek haline getirdi?” sorusu üzerinden birkaç lakırdı etmek.
İlginç bir soru abi. Benim de aklımı çalıştıracağa benziyor bu.
Yok, öyle bir görevi yok. Sadece vakit öldüreceğiz. Kimine göre vaktin hakkını vermeye çalıştığımız da söz konu olabilir pekâlâ. Son tahlilde buna okur karar verecek. Neyse meramımıza gelelim. “Unutmak” bize sonradan eklemlenmiş bir hadisedir. İnsan ve mekân ilişkisi üzerinden bunu anlayabiliriz diye düşünüyorum. Peki bunun diyalektiği nedir, yahut var mıdır? Bunu görebilmemiz gerekir. Çağımızın zihin yapısını anlamak için “çok çeşitli” , “çok sesli” , “çok yansıtmacı” gibi tanımlamaları açarak işe başlıyoruz artık. Öteden beri kalabalıkların ürettiği bu çok, şu çok tarzı tanımlamalar hep olmuştur fakat bugünün dünyasında bizim mekân ve zaman algımız işte ne bileyim bir asır öncesine göre oldukça eğilip büküldü. Buna mukabil öteden beri gelen alışkanlıklarımız da birtakım değişimler gördü. Bugün daha fazla unutmamız ve hafızamızın daha çabuk yenilenmesi bizim dışımızda gelişen -başta mekân- şeylerle ilgilidir. (“Şey” burada herhangi bir şey anlamında değildir. “Think” kavramıyla -yani düşünce- akrabalık içindendir: “Şey= thing”)
Abi biraz kafam karışır gibi oldu. Unutmanın neye tekabül ettiğini anlatmak için daha sade ne söyleyebiliriz.
Evet, lakırdı edeceğiz dedik fakat iş, teorik zemine doğru kaydı, haklısın. O zaman şöyle bağlayabiliriz bu mevzuyu: İnsan birey olmaktan çıkıp toplum fikrine ulaştığında henüz çok erken diyebileceğimiz bir zaman diliminde değildi. Kastlar, derebeylikler, klanlar, aşiretler, sınıflar toplumu oluşturan başlıklar değildi. Bu düzenleri toplum katmanları gibi sıralamak manasız. Bu saydıklarımın olduğu yerde toplum filan yoktu. Sadece sözünü ettiğimiz bu gruplar vardı ve yekûnu belirleyebilecek bir ölçekte değildi. Modern Çağ, Postmodern Çağ derken gelip kıyısında durduğumuz yer, her şeyden çok “unutmanın” çağı oldu. Bu da bize çok sonradan sanki bir hastalık gibi ilişen bir şeydi. Şimdi her birimiz ayrı ayrı “ekrana”, “gazete kâğıtlarına”, “Beyaz bir perdeye”, “Bizim adımıza düşünenlerin ne diyeceğine” odaklanmış durumdayız ve bekliyoruz. Neyi? Daha iyi unutabilme ihtimalinin olduğu bir güne uyanacağımız sabahı.
Hepsi bu kadar mı?
Şimdilik bu kadar. Devamı bir sonraki fasılda.
Mehmet Erikli
2 Yorum