Yarımada’da Bir Müşahit: Beyazıt Yangın Kulesi

Ne zaman Beyazıt Meydanı’nda durup üniversite kapısına baksam, kapının arkasından usulca yükselen Beyazıt Yangın Kulesi dikkatimi çeker. O an bu ihtişamlı yapının, kapının mütemmim bir cüzü olduğuna kanaat getiririm. Hatta bir kez görenin kapı olmadan kuleyi, kule olmadan kapıyı muhayyilesine getiremeyeceğini düşünürüm. Meydanın neresinden bakılırsa bakılsın bu ikilinin manzaranın oluşmasında aslan payını aldığı ve bu kulenin varlığının İstanbul için ne büyük bir lütuf olduğu hususu ise izahtan varestedir.

İstanbul’da yürürken başını kaldırıp yarımadaya bakan herkesin gözüne ilişin Yangın Kulesi, içten içe kendisini merak ettirir. Bu güzide kule, İstanbul’un bir zamanlar yangınlarıyla meşhur olmasının en büyük delilidir. Kapalı Çarşı, Çemberlitaş, Sultanahmet Camii ve Ayasofya Camii az ilerisinde sıralanır. Kule’nin nöbetçi katına çıkıp bakışlarınızı karşıya nişanlarsanız Kız Kulesi’yle göz göze gelirsiniz. Başınızı biraz yukarı kaldırırsanız Anadolu Yakası’nın seyir terası Çamlıca Tepesi kirpiklerinizin ucunda belirir. Buradan tüm İstanbul’u deklanşör sesleriyle muhatap edebilirsiniz. Mesela Prens Adaları’nı görebilirsiniz. Topkapı Sarayı ve Gülhane Parkı’na bir bakış atabilirsiniz. Tüm haşmetiyle Süleymaniye Camii’ne bakıp banisi Mimar Sinan’ı yâd edebilirsiniz. Hızınızı alamazsanız Galata Kulesi’ni bile yüksekten görürsünüz.

Kulenin imar süreci ve sergüzeştinin hikâyesi ilgi çekicidir. Sultan II. Mahmut yeniçeri ocağının izlerini tamamıyla silmeyi kararlaştırdığında, bu ocağa bağlı olan tulumbacı teşkilatını ilga, Ağakapısı’ndaki yangın kulesini de yerle yeksan ettirmişti. Derken 1826 yılında ateş denizi olarak anılsa mübalağa olmayacak meşhur Hocapaşa yangını zuhur etti. Yangın söndürülemediği için kendiliğinden sönmesi beklenilmişti. Buna binaen yeni bir tulumbacı teşkilatı kurulması talimatı verildi. Eski sarayın bahçesine banisi Kirkor Amira Balyan olan ve Asakir-i Mansure-i Muhammediye’ye bağlı olacak tulumbacılara tahsis edilen ahşap bir kule yapıldı. Bu kule hiç kullanılamadan, mezkûr teşkilata sızmış ve isyan hazırlığında olan yeniçeriler tarafından yakıldı.

Durumun ciddiyetini sezen II. Mahmut bir başka Balyan’a yani Senekerim Balyan’a kargir bir yangın kulesi yapma talimatı verdi. Senekerim Balyan bu yapıyı bitirdiğinde takvimler 1829 yılını gösteriyordu. Osmanlı sivil mimarisine aykırı bir kaygı güdülerek ahşap malzeme terkedilmişti. Bu durum Devlet-i Aliyye için istisna idi. Kule’nin orijinal halinde en tepede köşk mevcuttu. Takvimler 1850 yılına yaklaşırken köşk yıkılarak kargir üç kat ilave edildi. En üst katta İstanbul’u izleme imkânı veren demir korkulukla çevrelenen bir teras yapılmış, 1889 yılında ise sancak asılması için en tepeye demir direk kondurulunca kule bugünkü halini almıştır.

Kuleye dair biraz muziplik ihtiva eden şöyle nükteli bir rivayet vardır. Nöbetçi, bir yangını tespit ettiği zaman bekâr olması ve kulede yatıp kalkması şart olan Kule Ağası’nı uyandırır ve “Ağa kalk, bir çocuğun oldu” dermiş. Ağa ise kız mı oğlan mı sorusunu sorduğunda, eğer cevap kızsa yangının Üsküdar, Beyoğlu yahut Boğaz’da, şayet cevap erkekse İstanbul’da çıkmış olduğu anlaşılırmış.

Ana kapıdan geçtikten sonra sağa tarafa yönelip çam ağaçları ve banklar arasına serpiştirilmiş, döşeme taşlarıyla örülü bir buçuk insan gövdesi genişliğindeki patikalardan birini rehber edinerek kuleye ulaşabilirsiniz. Kuleye yaklaştığınızda, piramidin biraz yukarıdan kesilmiş şekline benzeyen kaidesinin ön tarafına işlenmiş bir manzum kitabe gözünüze çarpar. Keçecizade İzzet Molla tarafından kaleme alınmış, “Kıldı Han Mahmud-ı Adli Kulle-i vala bina” (1244) tarih mısraı ile biten manzum kitabe, Yesarizade tarafından talik hattıyla nakşedilmiştir. Kitabenin transkripsiyonu Prof. Dr. Mehmet Kanar ve Prof. Dr. Mustafa Kaçar tarafından yapılmıştır. Mezkûr kitabe mealen şöyledir: “Sultan Mahmud bu binayı yenilenme amacıyla yaptırmak zorunda kaldı. Bina yerden yükseldikçe, kendi ihtişamına şaştı. Hak, bu kuleye muhtaç etmesin, sadece bir süs için yapılmış olsun.”

Kuleden içeri girdiğinizde bir buçuk metrelik kısa holden sonra yekpare kalın ve sert ahşabı merkeze alan yılankavi merdivenler sağ taraftan dönmeye ve sizi yukarı taşımaya başlar. 190 civarında basamağı bulunan merdivenlerin en dikkat çekici özelliği basamakların eşik yüksekliklerinin düzensiz ve birbirinden farklı olmasıdır. Bu durumun sebebi tahminimce şudur: İtfaiye erlerinin herhangi bir yangın esnasında bu basamakları hızla inip çıkarken bacak kasılmaları yeknesak haline gelir. Kas-iskelet sistemi bu tekdüzeliğe birkaç saniyede alışır ve erken yorulmaya başlar. Bu durum bacak kaslarına kramp girme ihtimalini artırır. Hâlbuki eşiklerin yüksekliğinin farklı olması hem bu yeknesaklığa izin vermez ve böylece erler inip çıkarken daha geç yorulur hem de bunun bilincinde olan erler inerken daha ihtiyatlı olmak zorunda kalırlar.

Merdivenler bittikten sonra gün ışığına ilk kavuştuğunuz yerin adı nöbetçi katıdır. Girmeden hemen sol tarafında, bugün su akmayan bir çeşme mevcuttur. Merdivenleri takip ederseniz bir üst katta sizi işaret katı karşılar. Onun üstündeki yerin adı sepet katıdır. En üstte ise sancak katı bulunur. Nöbetçi katında üç yüz altmış dereceye eşit şekilde dağıtılmış bulunan 12 pencere mevcuttur. Pencereler sürmeli, ahşap ve iki kattır. Nöbetçi katının tavanında bakılınca empresyonist kaygıyla çizildiği hissini veren motifler ve tasvirler vardır. Bu çizimler birbirini tekrar eder şekilde çizilmemiştir. Bunun sebebini ise yangınları kayıtlara geçiren itfaiye erlerinin bu motifler vasıtasıyla, o motifin altındaki camdan bakarak yangının yerini, yönünü ve hızını tayin etmesini kolaylaştırmasına bağlayabiliriz. Zira estetik kaygıyla yapıldıklarına işaret eden veya bu durumu kanıtlayan bir veriyi yahut teorik temellendirmeyi henüz öğrenebilmiş değiliz. İşaret katı, geceleri renklerle yangının olduğu yeri işaret edilen yerdir. Sepet katında gündüzleri sepetler asılarak yangının hangi semtte olduğu aşikâr edilmeye çalışılır. Sancak katında ise bilahare eklenen direğe sancak asılır.

Yangın Kulesi kendine has işaretlerle haber verme sistemine sahipti. Yangın çıktığında gündüzleri sepetler asılır, akşamları ise kırmızı, beyaz ve yeşil renlerde büyük fenerler yakılırdı. Her semtin farklı bir işaret kombinasyonu vardı. Gündüzleri büyük sepetler sarkıtılır, geceleri de kırmızı, beyaz ve yeşil renklerde irice fenerler yakılırdı. Yangın Rumeli’nde, Suriçi, Eyüp ve Yeşilköy’den müteşekkil alanda çıkmışsa, kulenin iki yanına geceleri birer kırmızı fener, gündüzleri birer çift sepet; Beyoğlu civarında ve Boğaz’ın Rumeli yakasında çıkmışsa geceleri birer beyaz fener, gündüzleri bir tarafına tek, bir tarafına çift sepet; Üsküdar’da ve Boğaz’ın Anadolu yakası civarında çıkmışsa geceleri iki yanına birer yeşil fener, gündüzleri birer sepet asılırdı. Birden fazla yangın çıkarsa, fenerlere ve sepetlere ek olarak aynı renkleri taşıyan bayraklar çekilirdi. Yangın ya da yangınlar bitene kadar halkın teyakkuz halinin devamını sağlamak için işaretler kaldırılmazdı.

İstanbul Üniversitesi Merkez Kampüsü’nün havuzlu bahçesinde yüzünüzü rektörlük binasına çevirdiğinizde Anayasa Kürsüsü’nün camlarının hizasından yukarı baktığınızda binanın sol tarafında yükselen ve sanki oraya iliştirilmiş gibi duran yapı yine Beyazıt Yangın Kulesi’dir. Şayet Bursa, Bandırma veya Yalova’dan deniz otobüsü ile geliyorsanız yarımadaya baktığınızda kolayca yerini tespit edebilirsiniz. Ortaköy Camii’nin yarımadaya bakan herhangi bir penceresi, Salacak, Kadıköy Rıhtımı’ndan baktığınızda, hele gece vaktiyse ve parlayan bir şey görüyorsanız bilin ki yine Yangın Kulesi’ne bakıyorsunuz.

Kule’nin ziyarete açılması zaman zaman gündeme gelen bir konudur. Bendeniz bu kulenin ilk önce üniversite öğrencilerinin ziyaretine açılması taraftarıyım. Üniversite idaresi kamu mallarını en yüksek verimle kullanmak ve kullandırmakla mesuldür. Korumak için kullanmıyor ya da kullandırmıyor olması bir gerekçe olarak kabul edilir mi, tam emin değilim. İlaveten idarenin Kule’yi öğrenci ziyaretine açmakla kalmayıp işinin erbabı rehberler vesilesiyle kulenin tanıtımını yaptırması gerektiğine inanıyorum. Maalesef henüz böyle hazırlıkların yapıldığını ya da bu yönde kaygılar güdüldüğünün haberlerini bile duymuş değilim.


Muhammed Furkan Kâhya

DİĞER YAZILAR

1 Yorum

  • Sait Bey , 19/04/2019

    Pek hoş bi’ içerik olmuş. Beni, daha önce çokça adını duyduğum ancak hiç görmediğim mekânlarda gezintiye çıkardı. Tek çırpıda kokusunu aldım, İstanbul mazisinin. Kalem sahibi kutluyor, gayretlerinin devamını temenni ediyorum. Sevgiye kalın.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir