Bugün otuzlu yaşlarında olan neslin en büyük kâbusu küçük yaşta büyük adam gibi görünme gayretiydi sanırım. Takım elbise giymek, Yusuf Miroğlu gibi kanatlarını açarak yürümek ve bayramlarda boncuklu tabancayla mafyacılık oynayarak beylik sözler etmek gibi… Hiçbir zaman bu moda girmeyi başaramamış çocukluğumun, mevzu bahis akranları karşısında her daim iki büklüm gezdiğini anımsıyorum.
Söylenen sözün söyleyenin boyunu aştığı durumlar bana hep aşırı samimiyetsizlik olarak görünürdü. Hatta babamın arkadaşları bu şekilde davranan yaşıtlarımı kahkahalar arasında övgülere boğduğu zaman içten içe “Ya iki saat önce köşe kapmaca oynuyorduk, bu sözleri gerçek mi sanıyorsunuz?” diye haykırmak geçerdi. Fakat bunun kıskançlık olarak algılanacağı korkusu hiçbir zaman bu düşünceleri açık etmeme fırsat tanımadı. O sözlerin kendi sözleri olmadığına, mutlaka başka bir ortamda büyüklerin sohbetinde dinleyip akıllarında kaldığına emindim. Ancak babamın arkadaşlarının bu söz ve davranışları gerçekten takdir edilecek bir şeymiş gibi algıladığını sanmam en büyük yanılgımmış. Onların yaşlarına erişmiş biri olarak bugün görüyorum ki; durum onlar için tamamen oyundan ibaretmiş. Fakat arkadaşlarım için böyle değildi. Bu tavırlarının karşılık bulmasını kendilerine büyüklerin masasında yer edinme olarak yorumlarlardı.
İşte o çocuklar büyüdüler, şimdilerin sözü dinlenecek yaştaki kişileri oldular fakat huylarından vazgeçmediler. Yaşları halen genç olmasına rağmen; kırkını aşmış, saçları ağarmış, cepleri tecrübelerle dolu hikmetli amcalar gibi geziniyorlar. Konuşmalarındaki ciddiyet çıtasını en üst düzeye çıkaran aşırı belirgin tonlamaların arasında her biri bir hikmet abidesi olan beylik sözler zıplayıp duruyor. Çocukluğunu gençliğe kurban edenler gençliğini ihtiyarlık postuna büründürmenin kavgasını veriyor adeta. Aynı tavır yine aynı yanılgıyla son buluyor ve toplumda büyükçe yer edindikleri izlenimini doğuruyor.
Ancak bu sefer durum biraz farklı. Önceleri büyükler tarafından övgülere mazhar olan bu tavır bugün daha genç insanlar arasında bir karşılık buluyor. Özellikle sosyal medyada yaşı henüz yirmiyi bulmamış gençler, acının, ihanetin ve aşkın her türlüsünü tatmış gibi bu sözleri paylaşıyor ve bir şekilde paylaştıkları hikmete mâlik oldukları izlenimini vermeye çalışıyor. Yaldızlı takım elbiselerin ceplerinden samimiyetsizlik akıp duruyor kısacası. Özellikle de edebî cümlelerle süslenip pazarlanmaya çalışmak hem edebiyata hem söylenene hem de söyleyene özden kabuğa doğru hızlı bir yolculuktan başka seçenek bırakmıyor.
Hele ki yazılı ve görsel medyada Diriliş, II. Abdülhamid gibi tarihi olaylar ve figürlerin ön plana çıkması, yani popüler olması, bu değerlerin sloganlara meze edilmesine iyiden iyiye yol açıyor. Her aşırının zıddına dönüşmesi gerçeği en nihayetinde ortaya çıkıyor ve kıymetli olanın içi boşaltılıyor. Dışarıdan çok farklı gözükse de ben slogan atmayla bu tavırlara bürünme arasında büyük bir fark görmüyorum. Her ikisinde de hedef kitleyi etkileme arzusu şiirsel gibi görünen çoğunlukla zayıf metinler arasına sıkıştırılıyor. Şükür ki; son zamanlarda slogan gençliğinin; arzulanan, üzerine hayaller bina edilen, kendinden gelecek beklenen olmadığı yavaştan seslendirilmeye başlandı. Bu vesileyle yaldızlı takım elbise giyen çocuklara bir nebze büyümeleri için yeni sloganlar bulmayı öneriyorum.
Olayı bir kalıba sokmamak için bu yazıda herhangi bir slogan önerisi yazmıyorum. Bu çağrımın cılız da olsa bir ses getireceğini ve hem yazarlardan hem okurlardan karşılık bulacağını ümit ediyorum. Bulacağımız sloganlar için tek ölçümüz, içerde olmayanı dışarı bağıran değil; dışarıda olması ümit edileni içeriye fısıldayan söylemler içermesidir.
İbrahim Halil Aslan
2 Yorum