Yağmura Duasını Anlatmak

Bir yağmur bilirim bir de kaldırım
Biri damla damla alnıma düşer
Diğerinde durup göğe bakarım
Ne şehir ne deniz kokan gemiler
Bir yağmur bilirim bir de kaldırım
Sezai Karakoç

Aynı kaldırımda aynı yağmuru beklerken nedir bahsi açılacak kadar mühim olan? Şimdi bunu yağmura nasıl anlatmalı?

Sana bu satırları bir kralın ölümünün hemen ardından yazıyorum diye başlayabilirim bugün söze, sıcaklık değerleri mevsim normallerinin üstünde ve gece yarısını çoktan geçti saatler. Kralın ölüm haberini sabahı beklemeden öğrenenlerden olmanın haklı uykusuzluğuyla yazmıyorum ama bu satırları, bir kralın yanına soytarılarını almadan, çıplak çıktığı yolculuğun bahsini uzun tutmayacağım. Burası dünya demiştik, çok kalmayacağız. Kralların da yanına kalmayacak dünya dediklerinde yaptıkları. Altın ibriklerle yıkanmış bir cenaze bile hayret makamımıza ulaşmıyor artık üstelik. Hakkımızda hayırlısı.

İnsan hayret edemedikçe yitiriyor telaşını. Yitirmekten bahis açabilirim. Her gün aynı yolda yürüyerek gitmek fiilini yitiriyor sonra, yol birden en kıvrımlı hali oluyor durmak fiilinin. Durmak elinden tutup düşünmek fiilini yanında getirmiyor üstelik. İnsan düşünmedikçe yitiriyor merakını. Her gün bir deli gömleği gibi sırtına yaşamak fiilini takıp koşuyor sokaklara. Sokaklar dediysem residanslar, gökdelenler, bankalar ya da reel politik, nicel hesaplar, ayaküstü atıştırmalar. İşte şimdi durup modern zamanları eleştirebilir modern insan, küresel sermaye, vahşi kapitalizm ya da sanayi devrimi diyebilir. Oysa biz burası dünya demiştik. Ben sınıfta parmak kaldırmayan çocuğa söz hakkı veren takım elbiseli bir kadına dönüşmüştüm modern insanlar arasında, çocuğa bakıp “you, please”  demiştim. Yüzüme bakmadan “I am from Turkey, I am Turkish, teacher” demişti, İngiliz bir aksanla.  Sana bunu hiç söylememiştim. Annemden ninniler dinlediğim dili bir takım elbiseyle değiştirmiştim ve çeyrek asırdan küçüktü yaşım. Hiçbir dilde inanmıyordum sanayiye ve devrime. İnsan değiştikçe yitiriyor inancını.

İnancımı yitirmesem belki yağmur bahsini uzun tutardım. Ölmüş krallardan, hiçbir yere gitmeyen yollardan, İngilizlerden ve paradan geçmeden bir yağmuru söylerdi dilim. Hatta babamla aynı çağdan geçişime bile aldırmadan birkaç beylik cümle bile kurardım hakkında. Annemin faniliğini bile unutturuşundan, beni kendinden korumak için elinde bir şemsiye tutuşundan, şairleri kıskandıran susuşundan bahsederdim belki. İnancımı yitirmesem yağmuru beklerken kaldırımda ellerimi ceplerime koymazdım, susardım, konuşmazdım. Nedir yağmura bahsini açacak kadar mühim olan yağmur değilse? Şimdi bunu yağmura nasıl anlatmalı?

Burası dünya demiştik. Çok kalmayacağız. Hakkımızda hayırlısı.

Elif Bayır

DİĞER YAZILAR

1 Yorum

  • sessiz fırtına , 07/08/2015

    Aynı kaldırımda aynı yağmuru beklerken nedir bahsi açılacak kadar mühim olan? Şimdi bunu yağmura nasıl anlatmalı?

    Beni kendinden korumak için elinde bir şemsiye tutuşundan, şairleri kıskandıran susuşundan bahsederdim …

    İnancımı yitirmesem yağmuru beklerken kaldırımda ellerimi ceplerime koymazdım, susardım, konuşmazdım.

    İçime işledi bu satırlar teşekkür ederim…

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir