Varın Gerisini Siz Hesap Edin!

Müstesna Deyimler Defteri – Üç

varın gerisini siz hesap edin: Biraderimle ilk gençlik çağlarımızda iken, annem konu komşuya gittiği zamanlarda evin altını üstüne getirirdik. Bazen rahmetli babam da sigara içerek her yeri dumana katardı; hâliyle ev daha beter mahvolurdu. Annem eve döndüğünde gördüğü manzara karşısında haklı olarak söylenirdi. Bilindik kadın söylenmeleri işte, şimdi annemi taklit etmem yakışık almaz. Annem haklı olmanın verdiği kuvvetle konuştukça konuşurdu; bulunduğumuz odayı terk edene kadar gıkımızı çıkarmadan dinlemek zorunda kalırdık. Odadan çıktıktan sonra babam biraz muzip, nüktedan bir edâyla biraderimle bana şöyle derdi:

Yavrularım! Dünyanın en iyi kadını ananızdı, onu da ben aldım. En iyisi bile böyle; varın gerisini siz hesap edin!

kız almak: Çok yakında (belki şimdi bile) ortalık yerde kullanılması yadırganacak olan deyimdir. Tedavülden kalkması için mücadele edilecek, kullanıldığı takdirde kadınlara hakaret edilmiş sayılacaktır. Feministlerin ve cinsiyetsiz (unisex) kimselerin bu deyime karşı şöyle bir tepki vermesi beklenebilir:

“Kızlar eşya değildir! Onları alamazsınız!”

Malum, bu zümrenin başlıca dertlerinden biri de lisanı “cinsiyetçi” unsurlardan temizlemeye çalışmaktır.

Misalli Büyük Türkçe Sözlük’te “almak” kelimesinin altmış (60) farklı anlamı kaydedilmiş. Üzerinde biraz daha durulsa bu sayının artması pekâlâ mümkün. Peki, Türkçe düşünme melekesi gelişmemiş insanlar için bu veriler bir anlam ifade edecek midir? Zannetmiyorum. 

hapishane tutulmak: Cahit Zarifoğlu’nun bir şiirinde geçer:

burası bir adam
bir aşk çapında
bir çeşit hapishane tutulan

Normalde “burası bir adam”, “aşk çapında”, “hapishane tutulan” gibi ifadeler Türkçenin kaidelerine aykırıdır. Burası, şurası, orası yer bildiren işaret zamirleridir; bunları insana nispet ederek değil, ancak bir yere nispet ederek kullanabiliriz: Burası bir bahçe vb. gibi. Aşk soyut bir şeydir, çapı olmaz. Bir insanı “hapishane-de” tutabilirsiniz ama “hapishane” tutamazsınız. Fakat şiir dili, normal-kurallı dilin tanımadığı imkânları tanıyor şairlere, onlar da böyle müstesna mısralar-deyimler ortaya çıkarıyorlar. İşin hayret veren tarafı, Zarifoğlu bu mısraları müthiş bir Türkçe şuuruyla yazmıştır: “hapishane tutulmak” deyimini anlamlı kılan “burası bir adam” mısraıdır. Şair verili mantığı ve dilin gramer kurallarını aşarak kendine has yepyeni bir şiir-içi mantık ve şiir dili geliştirmeyi başarmıştır. Şiirin yıkarken yapan bir sanat olduğuna çok güzel bir örnek sunmuştur. Eğer “burası bir adam” mısraına rağmen “bir çeşit hapishane-de tutulan” denilmiş olsaydı, bu mısralar bu kadar güçlü olamazlardı; aralarındaki dil tutarlılığı kaybolurdu. Şiir dili içindeki bu tutarlılık, yani şairin kurduğu şiir-içi mantık, “hapishane tutulmak” deyimini anlamlı kılmıştır. Bu mısraların kendi nezdimde karşılık geldiği anlamı başka bir yazıda daha etraflı olarak yazmak istiyorum; yukarıdaki satırlar “hapishane tutulmak” deyiminin ve öncesindeki mısraların dil bağlamında değerlendirilmesinden ibaret. 

bakakalmak: Açıklama ihtiyacı duymayacağımız bilinen ve sık kullanılan bir deyim. Fakat istinâî bir yönü var ki onu Ahmet Atilla Şentürk’ün “Osmanlı Şiiri Kılavuzu”ndan öğreniyoruz: “Bir güzele bakıp mükemmelliği karşısında gözünü ayıramamak anlamındaki bu tabir, ‘bakâ / bekâ’ kelimesinin aynı zamanda ‘eski hâliyle sabit kalmak’ yahut ‘ebedîlik’ anlamlarıyla tevriyeli bir kullanım oluşturması bakımından şairlerce türlü söz oyunlarına sahne olmuştur. Emrî’nin, 

Kimin geçsen öninden sanma ardunca baka kalmaz
Baka kalur gözi ammâ vücudundan bekâ kalmaz
 

beytinde sevgilinin güzelliği karşısında perişan olup bedeninden eser kalmayan bir âşık tasvir edilmiştir. Ancak mesela Celâl-zâde Salih Çelebi’nin Leyla ve Mecnûn’da ‘Onu tek başına ebediyet yoluna gönderdim. Naaşı ardınca bakakaldım, geride kaldım’ dediği şu beytinde kelimenin ‘ebedîlik’ anlamı kullanılmıştır: 

Anı tenhâ bekâ yola saldım
Na’şı ardınca ben baka kaldım
” (Osmanlı Şiiri Kılavuzu, cilt 2, s: 46)

Kitaptaki bu maddeyi Celâl Kuru okudu; bitirdikten sonra birkaç saniye birbirimize bakakaldık.

dünyayı hayal eylemek: Bu deyim dünyanın hayalini kurmak anlamında değil, dünyayı hayalden ibaret görmek anlamında kullanılır; böylece dünyanın değersiz ve geçici olduğuna işaret edilir. Tokat yöresine ait bir türküde bu anlamda kullanılmıştır:

Turabî özünü pay-i mal eyle
Dahi erenlerden kisb-i kâr eyle
Hele şu dünyayı bir hayal eyle
Vakit geçirmeye virane yeter
Ariflere bir söz bahane yeter
 

dendan-ı sin: Dendan(e) diş demek. Sin ﺱ harfinin sağ tarafı dişe benzetilmek suretiyle şairler tarafından mazmun olarak değerlendirilmiştir. İki misalle gösterelim. İlki Necati’den: 

Ânın için kimseye vermez selam ol nâzenîn
Leblerin nâzikdürür zahmet verir dendân-ı sîn
 

(O nazlı dilber kimseye selam vermez çünkü
selam kelimesindeki “sin” harfinin dişleri onun nazik dudaklarına zahmet verir)

İkincisi Nedim’den:

Leblerin mecrûh olur dendân-ı sîn-i bûseden
La’lin öptürmek bu hâletle muhâl olmuş sana

 (Buse kelimesindeki “sin” harfinin dişlerinden dudakların yaralanır
Bu yaralı ve kanlı hâl ile dudaklarını öptürmen mümkün değildir)

Yukarıdaki beyitlerde hüsn-ü ta’lil sanatı uygulanmıştır. Hüsn-ü ta’lil, bir hadisenin gerçek sebebini saklayıp hayalî ve güzel bir sebep gösterme sanatıdır. İki şair de “dendân-ı sin”i mazmun olarak kullanarak kadın ile erkek arasındaki namahremlik durumunu kendilerince güzel bir sebebe bağlamışlardır. ‘Selam’ ve ‘buse’ doğrudan ‘dudak’ ile ilgili olduğundan, bu kelimelerin telaffuz edilmesi bile zahmet verici hâle getirilir beyitlerde. Dilber, selam veya buseyi telaffuz ettiği an, sin harfinin dişleri dudağına batacaktır. Telaffuzu bile bu kadar zahmetliyse, varın gerisini siz hesap edin!

Feyyaz Kandemir

 

Müstesna Deyimler Defteri – Bir: Birader-i can-beraberim
Müstesna Deyimler Defteri – İki: Yazarın Kanı, Okurun Teri

DİĞER YAZILAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir