Bu maral bakışın ey peri sûret
Çok açtı bağrımda yara gözlerin
Bilmem âhû mudur yoksa ki âfet
Yakar baktığını nâra gözlerin
(Erzurumlu Emrah)
İlk insan cemaatlerinden bu yana bereket timsali hayvanların pek çoğuna yücelik atfedilmiş. Ele geçirilmesi zor veya vahşi hayvan türleri arasında, insanın kendisiyle ünsiyet kurmadığı bir hayvan yok gibi. Antik felsefedeki “Ben kimim?” sorusuna paralel olarak, bir kısım mitoloji ve efsanelerdeki insanlar da soylarının nereden geldiğini ve hangi davanın devamı olduklarını, maddi – manevi güç devşirdikleri ruhani hayvanları araştırıyorlar. Efsanelerdeki hayvanlar bazen bir kavme, hânedâna ve soya bazen de doğrudan fertlere ata veya ana olarak nisbet edilebiliyor ya da bu tür hayvanlar görevli bir melek gibi yol gösterici mürebbiyeler şeklinde takdim ediliyor. Ana ve ata hayvanların çevik, zeki, güzel veya güçlüler içinden seçilmesi muhtemelen ilkel insanların insiyaki olarak kendisini iyi olana yakıştırmasıyla ilgili. Başka bir sebebi de, karnını doyurmak isteyen kimseler için bir mücbir sebep suretinde gelişmiş olabilir. Avcının, avlanacak yabani hayvanı aldatıp pusuya düşürmesi, bunun için de bazen onun postunu giymesi, kafasını taşıması, onun gibi sesler çıkarması, yurdunu ve otlağını mesken tutması yani biraz ona dönüşüp ülfet etmesi gerekli.
Efsanelerde Geyik
Böylesi hayvanlar içinde eski Türklerin hemhal olup maneviyat hamlettiği önemli bir tanesi de geyik. Müslüman olduktan sonra yurt tutulan Anadolu’da bugün hâlâ duvar halıları, kilim, kumaş ve yazmalarda resmi tasvir ediliyor, kafası evlere nazarlık olarak asılabiliyor, boynuzu değerli eşyalarda kullanılıyor. Doğal arazisi Avustralya hariç dünyanın her yeri olan geyik, avının makbul olması ve binek olarak kullanılabilmesi, etinden, sütünden, derisinden yararlanılabilmesi sebebiyle özellikle konargöçer toplumların ilgisini çekmekte. Bozkır efsanelerindeki diğer kutlu ve uğurlu hayvanlarla beraber sembolik kıymete sahip. Mesela Altaylı kamlar törenlerinde kendilerine binek olarak geyiği seçiyorlar. “Alas! alas! mıygak adım / Sığın, mıygak hölgelig ben” diye başlayan duada kamlar, sözde dünyadaki ruhları öteki dünyaya taşıyan mıygak ve sığından (geyiklerden) medet istiyorlar. Şamanizm’de geyik evvela şamana yardım eden yedi yardımcı ruhtan biri olarak var. Her şamanın gizli tuttuğu çeşitli birer ana hayvanı bulunuyor ve güçlü şamanlar feyizlerini ala geyikten alıyorlar. Birçok destan ve hikâyede geyikler, şamanlara, tanrıcıklara ve kahramanlara yardım eden kutlu birer hizmetli olarak biliniyor. Geyik Oğuz Kağan Destanı’nda semavi ışıkla beraber gözüküyor ve yem olarak ağaca bağlanan hayvan oluyor, Moğol ve Tatarlarda ise kurtarıcı ve yol gösterici olarak tanınıyor. Peşinden koşan avcıyı bazen yer altına kimi zaman gökyüzüne götürüyor. Orhun kitabelerinde gürlemesiyle hüzün veriyor, Bilge Kağan “Dağda yabani geyik gürlese öylece mateme gark oluyorum” diyor. Avrupa Hunlarının sihirli geyik efsanesinde üstün kudretli rehber olarak temayüz ediyor.
Moğolların ve eski Türklerin türeyiş efsanelerinde geyik ismi sık sık geçiyor. Çocuklara süt veren, besleyip yetiştiren, gözetip koruyan geyikler kimi zaman Umay Ana ile aynı kişi oluveriyor. Atilla destanında ana yurtlarını terk etmek zorunda kalan Türklere yolu dişi geyik gösteriyor. Geyiğin kaçtığı avcıların kovaladığı ve sonunda geyiğin kaybolarak avcıları hedefe ulaştırdığı hikâyelerin birinde prenses kardeşlerle evlenen avcılar Macar milletini meydana getiriyor. Bazı Türk halkları soylarını kurttan, bazıları geyikten getiriyor ve Cengiz Han’la ilgili mitolojide ikisi de birleşiyor. Efsaneye göre, Cengiz’in ilk atası olan gök kurt ile anası kızıl geyik bir denizi geçerek birlikte geliyorlar… Cengiz Han’a itaat eden ilk Türk kavmi Kırgızlar da geyiğe değer atfediyor. Başka varyantlarına Karadeniz’deki ailelerde de rastlanan efsaneye göre, Kırgızlar atalarının “Boynuzlu Meral Ana” olduğuna inanıyorlar. Bugün de etkisi devam eden, Boynuzlu Meral Ana’nın düşman elinden kurtardığı çocuklarla Kırgız soyunun devam ettiği inanışı, Cengiz Aytmayov’un Beyaz Gemi adlı romanında da işlenmekte.
Bazı tarihçiler geyiğin kurttan bile eski olduğunu söyleseler de İbrahim Kafesoğlu, Türk Bozkır Kültürü kitabında bu iddiayı reddediyor ve “doğrudan doğruya Türk’e ait” ve “milli sembol” olan hayvanın kurt olduğunu tesbit ediyor. Güncel çalışmalara da işaret eden yazara göre geyik motifi “menşei itibariyle” yabancı geleneklere dayanmaktadır. Kafesoğlu, ancak 14. asra doğru yazıya geçirilen Oğuz Kağan destanındaki geyik ve semavi ışık motiflerinin Bozkır – Türk kültürünün aslî unsurlarından olmadığını, bunların Türklere daha ziyade yabancı (İskit veya Fin-Ugor) kavimlerden ve Maniheizm benzeri dinler aracılığıyla batıdan geçtiğini belirtiyor. Türk Mitolojisi kitabının yazarı Prof. Bahaddin Ögel de benzer görüşte. Türklere ait tamamen orjinal bir efsanede, Türk soyunun geyiğe dayandığına dair bir kayda rastlamadığını, buralarda geyiklerin hayvan ata olarak değil ruhaniler olarak yer aldığını söylüyor.
Anadolu’da ve Alevilikte Geyik
İçmişem bir dolu olmuşum ayık
Düşmüşüm dağlara olmuşum geyik
Sana derim sana sürmeli geyik
Kaçma benden kaçma avcı değilim
Avcı değilim ki düşem izine
Kaça kaça kanlar indi dizine
Sürmeler mi çektin kömür gözüne
Kaçma benden kaçma avcı değilim
Sana derim sana geyik erenler
Bize sevda sana dalga verenler
Dilerim Mevla’dan onmaz vuranlar
Kaçma benden kaçma avcı değilim
Eyder Şah Hatayi’m uçan kaçandan
Zerrece korkmazız bu tatlı candan
Gidip da’vac’ olma atana benden
Kaçma benden kaçma avcı değilim
Yukarıdaki şiirde geyiğin atasından hicap duyan Şah İsmail geyik avcılarına lanet ediyor. Türklerde kutlu kabul edilen hayvanların avı yapıldığı hatta uğurlu sayıldığı halde Tahtacılar gibi Alevi – Türkmen topluluklarında kadim bir gelenek olarak geyik avı yasağı bugün de sürdürülüyor. Alevilik ve Bektaşilik tarihinde mühim bir isim olan, Bektaşiliğin kuruluşunda nerdeyse muasırı Abdal Musa kadar ciddi rol oynayan Türkmen şeyhi Geyikli Baba namını geyikten alıyor. Hiçbirisi kendi sağlığında yazılmayan menkıbevi kaynaklarda geyiklerle düşüp kalkan “meyhor” bir baba portresi çiziliyor. Kaygusuz Abdal’ın mürid olması da, menakıbnamede âhû şekline giren Abdal Musa’yı takip etmesiyle gerçekleşiyor. Pirler, erenler, dedeler ve geyikler arasında geçen hayli menkıbe var ve Türkistan’dan Kerkük’e, Erbil’den Anadolu’ya birçok türbede geyik boynuzuna rastlanıyor. Geyik kültünün Aleviler eliyle sürdürülmesinin sebebi, tenasühe de benzetilen devriyye inancıyla ilgili olabilir. Zira erenler bineği geyik “hızlı koşan, görünüp kaybolan, büyüleyen ve insanı hayale kaptıran, ulaşılamayan” bir hayvan. Şamanizm’deki önemli unsurlardan biri olan don bürgünme yani ruhun başkasının kisvesine büründüğü saplantılı inancı için müsaitlik arzediyor. Nitekim Abdülbaki Gölpınarlı’nın aktardığına göre Menâkıb-ı Hünkar Hacı Bektâş-ı Velî’de, Seyyid Gazi, mezarını ziyarete gelenlerin karşısına don değiştirip bir sığın (ala geyik) olarak çıkmakta. Aynı eserde Rasul Baba da kâfir beyinin karşısına altın geyik olarak dikilip güvercine dönüşmektedir. Geyik hürmetinin sadece taşralılarla sınırlı kalmadığını düşündüren başka bazı karineler de mevcut. Mevlid-i Şerif kitaplarının sonuna, içinde uydurma hadisler de bulunan geyik hikâyelerinin derc edildiğini ve birlikte okunduğunu gösteren eserler bulunuyor. Ergenekon destanının geyiğe ve ehl-i beyte uyarlanmış haline benzeyen bu hikâyelerde, Hz. Ali’nin (k.v.) oğlu Muhammed bin Hanefiyye’nin geyik kılavuzluğunda kurtuluşu konu ediliyor.
Anadolu’da geyiğe gösterilen saygının, Alevi – Bektaşi geleneğin hatırasıyla irtibatı olabilir. Ancak nüfuz etmesine geyik sevgisinin taşıyıcısı olan türküler neden oluyor. Hemen hemen her yörenin ala geyik ve ceylan türküsü var ve buralarda genelde hisli ve zarif hayvanlar olarak tarif ediliyor. Uysal olup kimseye zararları dokunmadığı, insan ve hayvan avcılar geyiği ancak hile ve tuzakla ele geçirilebildikleri için avlanmaları kınanıyor. Aşık Veysel “tövbeler tövbesi geyik avına” diyor, Neşet Ertaş “kaç kuzulu ceylan kaç yad avcı geldi” diyor. Hele ki “yaralı ceylan” başlı başına bir trajedi unsuru, yiğid iken ölene göynür gibi ızdırap konusu yapılıyor. Geyikler pek bir acıklı böğürdükleri için “âhû efgânı” şiire de geçmiş. Bilmece, mani ve ninnilerde güzel çocukların sesi bülbüle, kaşı, kirpiği ve gözü geyiğe benzetiliyor. Âhû, ceren, ceylan ve meral kız çocuklarına, karaca oğlan çocuklarına lakap yapılıyor. Geyik demek olan âhû, anlam genişlemesine uğrayarak güzeli ve dilberi de karşılıyor. Farsçada hem ceylan hem de “genç, delikanlı” anlamına gelen ve ceylan avının yürek burkmasını da izah eden ceren ismi, körpeliğin timsali. Dişi geyik demek olan maralın anaçlık ve bereketle irtibatı var. Pazu anlamına gelen karaca ise gücü kuvveti temsil ediyor.
Şiirimizde Geyik
Anadolu’daki geyik motifinin tarihi hakkındaki mevcut anlatılar yeteri kadar kapsayıcı değil. Tarihimiz kaostan kozmosa, mitolojiden felsefeye doğru tekâmül etmediği; aksine, Arap Müslümanlarla tanış olarak düşey bir hareketle yani hidayetle neşvünema bulduğu için geyik sevgisinin menşeini de Şamanizm’e hasretmemek gerekir. Türklerdeki geyik sevgisi âhû olup yeniden hayat buluyor; felek, güçlü pençeli ve savaşçı milleti “bir gözleri âhûya zebûn” ediyor. Sezai Karakoç’un yalnızlığı tarif ederken kullandığı “geyik gözlü köşe”de olduğu gibi âhû, güzel olan diğer her şeyin yerine ikame edilebiliyor. Necati’nin “Yürü yıllarla yelersen yetemezsin ey dil / Şol cihetden ki perî şîveli âhûdur bu” diyerek işaret ettiği geyiğin ulaşılmazlık vasfı şiire can suyu veriyor. Teşbih unsuru olarak Yunus Emre hazretlerinden itibaren ısrarla kullanılıyor. Fuzûlî’nin Mecnun’u yavru ceylanla konuşturduğu manzum hikâyesi bulunuyor. Âşık Yunus “Sular dibinde mâhiyle / Sahralarda âhû ile / Abdal olup yâhû ile” Mevlâ’yı çağırıyor. Âhû tenasüp ve tezat için oldukça elverişli bir kavram. Koyu siyah misk, Asya’da yetişen cins bir geyiğin yarasından elde ediliyor. Her sene göbeği düşen “misk âhûsu” ya da “gazal-ı misk”in göbeğinde biriken kanın güzel kokulu sızıntısı, ilaç olarak da kullanılıyor. Araplar güneşe, dişi geyik yavrusu “gazâle” ile aynı ismi veriyor. Âhûnun hem nur ve aydınlıkla hem de misk ve kömür gözlerinden dolayı zülüf ve karanlıkla, âh u figanla, kaş, göz, yüz, sevgili, güzel koku, hayal, haz, hız, fena, gaflet, elem, acı, dert, derman ve hastalıkla mecazi ve manevi bağlantıları bulunuyor. Arapça geyik yavrusu ve oradan sevgili demek olan gazalla, sevgiliye yazılan şiir demek olan gazel aynı kökten geliyor. Divan edebiyatının ayrılmaz parçaları olan gazalın (âhûnun) gazelle ilişkisini en iyi Fuzûlî ifade ediyor. Fuzûlî’ye göre eşârın çok çeşidi olmasına rağmen hepsinden âlâsı gazel ve sevgiliye gazel yazmak da gazal avlamaya benziyor, o derecede çetin ve kıymetli.
Gazeldir safa-bahş-ı ehl-i nazar
Gazeldir gül-i bûsitân-ı hüner
Gazal-i gazel saydı (avı) âsân degil
Gazel münkiri ehl-i irfân degil
Osmanlı şairleri arasında gazelin rağbet görmesini sağlayan, “söz mülkünün padişahı” Bâkî de gazel – gazal irtibatına dikkat çekiyor:
Meddâh olalı çeşm-i gazâlânına Bâkî
Öğrendi gazel tarzını Rûmun şuarâsı
Geyiğin Tabiatı
Geyiğin neden bu kadar kullanışlı bir teşbih unsuru olduğunu anlamak için hilkat özelliklerine de bakmak gerekir. Geyik boynuzları yaprağa ve ağaca, ağaç ise canlı olan cümle eşyaya benziyor. Geyiğin kemik kıvamındaki boynuzları yılda bir düşüp fidan gibi yeniden yetişiyor. Misk âhûsunun tazelenen göbeğinden koku ve ilaç elde edilmesi gibi Anadolu âhûsunun boynuzundan da kabza ve süs eşyası yapılıyor, ayrıca kas – kemik hastalıkları için ilaç olarak da kullanılıyor. Onlarca türü olan geyikler, koşarken saatte seksen kilometrelere kadar hıza çıkabiliyorlar. Dengeli bir kan dolaşımları var, hararet yapmıyorlar ve ciğerleri kolay tıkanmıyor. Koşuya bir dakika erken başladıkları takdirde ormanın hız şampiyonu olan, üç saniyede 108 km. hıza ulaşabilen müthiş hızlı çıtaları dahi geride bırakabiliyorlar. Burunları, kanat gibi açık olan kulakları ve sezgileri çok hassas olduğu için avlanmaları zor oluyor. Yabancı bir atasözünde “Ormanda yere bir iğne düşse kartal görür, geyik duyar, ayı kokusunu alır” deniyor. Eğer zemin kuruysa yüzlerce metre uzaktan bile yere ayak basanın sesini işitebiliyorlar.
Büyük cins geyiklere (sığın) göre daha nahif ve zarif olan ceylanlar dünyaya gözü açık geliyorlar. Dişilerinin boynuzu yok, erkeklerinki nispeten kısa ve düz. Güzel, iri siyah, doğuştan sürmeli ve uzun kirpikli çekik gözlere sahipler. Ak benekli derileri ince, parlak ve yumuşak; hayvan derileri içinde en uzun ömürlü olanlardan. Erkekleri ve dişileri birbirinden ayrı yaşıyorlar. Erkeklerde çok eşlilik olduğu için çiftleşme mevsiminde rekabet çetin geçiyor, boynuzlarıyla güreşiyorlar ve dişiyi kazanabilen alıyor. Ceylanlar ürkekliği ve masumiyetiyle temayüz eden, geyikler arasında en kısa yaşayan zayıf ve körpe bir hayvan. Ot, kabuk, yemiş yiyorlar ve kimseye karışmıyorlar. Zıplamayı, oyunu, tenhayı ve tepelere çıkmayı seviyorlar. Araziye ufak bir yabancı cisim bırakıldığında bile oradan birilerinin geçtiğini anlayıp uzaklaşıyorlar. En savunmasız tarafları yavruları. Yırtıcılar annelerini av yapmak için yavruları yem olarak da kullanıyorlar.
“Geyik muhabbeti” her cins geyiğin çabuk kaçmasından ileri geliyor. Oldukça güç olan geyik avının kendi hamasetini üretmesiyle ve avcılar arasındaki geyik (avı) muhabbetinin bitmek bilmemesiyle ilgili. Su üzerinde de koşabilen, iyi yüzebilen, hayâlî hayvan “perî sûret” geyiklerin başka bir şiirsel özellikleri de derilerinin yılda iki kez renk değiştirmesi. Doğum yapacakları zaman hemcinslerinden ayrılıyorlar ve insanlar gibi birer birer doğuruyorlar. Sütleri çok az çıkıyor, sağması meşakkatli ve pahalı olan sütten dünyanın en değerli peyniri elde ediliyor.
Mehmet Emir