(dör döküntü defteri – 22)tarikat ve cemaatler devlete bağlanınca kâfirler sevinecek mi? kâfirleri tanımlayalım: bugün içerisinde yaşamaya icbar edildiğimiz teknoloji gelişmesine müstenit, “borçlandırılmış insanı” imâl eden, küresel tefeci ekonomik sistem. küfrü hâkim kılan ve böylece ayakta duran bir sistem olduğu için onlara kâfirler diyoruz. hıristiyan takvimine göre 1924 senesinde halifeliğin ilgâsından sonra müslümanların nasıl bir siyasî organizasyon kuracakları meselesi tartışılan, bir karara bağlanamayan bir konu olarak ortaya çıktı. “islam devleti” gibi nevzuhûr tâbirler de bundan sonra ortaya çıktı. hindistan’da bir hilâfet hareketi ortaya çıktı. hilâfetin temsiliyetinin bilinen şeklinden çıkması, müslümanları siyasî olarak bir karmaşaya soktu. modern unsurların günden güne hayatlarına girmesiyle müslümanlar, kendilerine ait kamusal, sosyal varlıklarını da kaybetmeye başladı . bir araya gelmek, bir müslüman topluluğu olmak isteyen kimselerin motivasyonu da bu sıkıntılı siyasî ve sosyal boşluğa veya karmaşaya cevap vermeye yönelik oldu. bolca da istismar edildi. türkiye’deki manzaraya bakılınca müslümanların modern usûlleri ve müesseseleri kabullendikçe hassasiyetlerinin yara aldığı, bocaladıkları, bozuldukları müşâhede edildi. meselâ dün dergâhta herkesin müşterek adı “ihvân” iken dernek kurulunca birisi “sayın başkanım”, öbürü “sayın ikinci başkanım” oldu. ihvân sıfatına gölge düştü. parayla imtihanlarının yozlaştırıcı olduğu örnekler görüldü. velhâsıl modern örgütlenme usûlleri, bünyelerini tahrip etti. başaramadılar. birçoğu kendilerine ne olduğunu anlamadı bile. herhalde kâfirler de bu işi seyredip uzaktan kıs kıs güldüler, alay ettiler müslümanlarla.
arnold toynbee’nin nerede yazdığını hatırlamıyorum ama batı medeniyeti için dediği şuydu: “laiklik ve demokrasi kokuşmuşluk getirdi.” laiklik ve demokrasinin getirdiği vasattan ötürü, batı’da envai çeşit kilise meydana geldi. alev alatlı’nın röportajından öğrendiğime göre tv yıldızı olan bir kadının aynı zamanda kilisesi varmış. teşbihim biraz ağır sayılabilir ama son on beş-yirmi yılda türkiye’de de böyle bir yapı oluştu. youtube kanalı açan martin luther’lerle doldu türkiye. eskiden “mehdi’yim” diye ortaya çıkan olurdu, şimdi modernist-mealci-akılcı-antikapitalist gibi muhtelif sıfatlarla öne çıkan birçok “fenomen” -hatta bazısı “şovmen”- pürtledi. bunların müşterek tarafı şu: müslümanların mâziden getirdikleri örgütlenme, buluşma, sosyalleşme şekillerine karşı çıkıyorlar. “filanca cemaatin holdingleşmesi ne kötü be birader! aaa bu arada, benim yeni kitabım çıktı, avm’lerde, parıltılı kitapçılarda var!” ne yapacakmışız? bu arkadaşın ismi cafcaflı kitabını gidip avm’den alacağız ama bir mahallede dergâhta satılan yâsin cüzünü veya ilmihâl kitabını almayacakmışız. bana soracak olursanız gâvurların işine gelir bu. kendilerinin kurduğu iletişim ağlarına, alışveriş ağlarına dahil olan bir müslümanlığı severler. ama kendi kurdukları dergi-kitap dağıtım ağının dışında bir yâsin cüzü, bir dinî derginin olması işlerine gelmez.
aslına bakacak olursanız tarikatların “devletleştirilmesi” işini vaktinde osmanlı devleti denemiş: müddei değilim ancak vakıf sistemi aracılığıyla birçok tekkenin, tarikatın devlet sistemi içerisinde yer alarak sivil vasfından uzaklaştırıldığı intibaım var. bu mesele üstüne okumaya çalışıyorum. osmanlı devri vakıf sistemi ve tarikat pratikleri üzerine yapılmış araştırmalar var. bunları okumaya gayret ediyorum. meselenin çok alt başlığı, çok meselesi var. hepsini burada bir çırpıda değerlendirmek mümkün değil. ancak bizim devletimizin, bu konuda tecrübeleri var, bunu görüyoruz. “tarikat ve cemaatler devlet tarafından denetlensin!” diye bağıranların hepsi, osmanlı tecrübesinden haberdâr olarak bu lafları söylüyor değil. ama her halükârda netice devlet meselesi filân değil. ortada dönen numara şu: ne dediğini bilmeden bağıran bu insanlar eliyle müslümanların kendi aralarında, inanış ve anlayışlarına göre bir sosyal râbıta kurma imkânlarına zarar vermek. şöyle itiraz edilebilir: “iyi de kardeşim, az yukarıda sen demedin bu adamların modern hayat karşısında mağlup olduklarını, bunların müslümanca bir sosyalleşmeleri mi kalmış, hepsi dünyevileşmiş işte!” böyle bir itiraza yekten karşı durmam ve tamamen reddetmem. bu itirazı getirecek olan arkadaşlara şunu hesaba katmalarını tavsiye ederim: artık nihat hatipoğlu örneğinde karikatürleştirilmiş yapının karşısında sinek kaydı tıraşı, beyaz gömleği, felsefe ve fizik soslu, “avrupaî” bir caner taslaman “imkânı” var küresel tefeci ekonominin.
yani üniversiteye gelmiş fakir, babası işçi, kara kuru, kaybeden, muhalif bir delikanlı mısın? seni ihsan eliaçık reyonuna alalım.
yani üniversiteye gelmiş babası memur, muhafazakar bir ailenin çocuğusun. modern bilime meraklısın. kantinde kızlarla oturmaya uygun bir hayatgörüşü mü lazım? seni caner taslaman reyonuna alalım.
yani üniversiteye gidememiş, markette çalışan, taşralı, muhalif bir genç misin? seni alparslan kuytul reyonuna alalım?
yani üniversiteye gelmiş, baban gibi risâle-i nûr okumak istemeyen, ilmen kendini geliştirmek isteyen, metropolde hayat kurmak isteyen bir genç misin? seni mustafa islamoğlu reyonuna alalım. şurada abdülaziz bayındır reyonumuz var, buna ne dersin?
buyrun, işte marketimizin reklam kitapçığı. cemalnur sargut’tan, emre dorman’a, mehmet okuyan’dan ebu hanzala’ya birçok reyonumuz hizmetinizdedir. yine bekleriz.
mehmet raşit küçükkürtül
(19 zilhicce 1439 – ağustos 2018)
12 Yorum