Küçük Notlar
*Yine on yedinci asır ortalarında İstanbul’da bir <Elekçi Delisi> vardı. Adı bilinmeyen bu deli, her gün üç dört tane eleğin tellerinin koparıp bükerek, kâğıt helvası, peynirli pide gibi yerdi.
*Yine aynı asır ortalarında İstanbul’da Deli Mehmet isminde bir derviş vardı. Geceleri, en sert rüzgârlı havalarda sokağa, fener yerine şamdanla çıkar ve gideceği yere kadar şamdanın mumunu söndürmezdi. Derviş Mehmet kışın kar ve buz üstünde de yalın ayak dolaşırdı.
*Hicri 1028 (Milâdî 1618) tarihinde Budin valisi Karakaş Mehmet Paşa’dan gelen bir mektupta Macaristan’da daire şeklinde siyah bir bulut belirip, bu buluttan kan gibi kırmızı bir yağmur yağdığı ve her biri 3 – 4 kantar ağırlığında kara taş gülleler düştüğü yazılıydı.
*On altıncı asrın namlı ok atıcı pehlivanlarından Ahmet Ağa, yetmiş beş yaşında iken bir gün Okçular başına gidip ok ısmarlamıştı. Esnaftan bir delikanlı:
– Pehlivan!.. İhtiyarladın… Kolunda yay çekecek kuvvet kaldı mı ki? diye sormuş. Ahmet Pehlivan da atını çarşının kapısına sürmüş, kapıdaki zincirlere kollarıyla asılmış ve bacaklarını atının karnına sarmış, kollarını kısınca kendisiyle beraber koca atı da yerden havaya kaldırmış ve gülerek:
– Oğlum!.. Bazularımda azıcık bir şey kalmış gibi!.. demişti.
*Lâle devrinin en namlı çiçekçisi, esnaftan Tabak Ata isminde bir adamdı. Tabak Ata, gayet güzel 80 çeşit lâle yetiştirmişti. Sarayların bahçelerine soğanların çoğu ondan alınırdı. Fakir bir adam iken lâle soğanı satarak İstanbul’un sayılı zenginlerinden olmuştu.
*On beşinci asırda Bursa’da Molla Rüstem ölürken 14 yaşındaki oğluna yüz yıl ömür düşünmüş ve her gününe 100 florin (altın) hesap ederek 3.600.000 altın gibi muazzam bir miras bırakmıştı. Bu mirasyedi çocuk, babasından sonra ancak yedi yıl yaşadı ve bütün paralarını yedi. Yalın ayak, perişan, kebapçı çırağı oldu ve sefalet içinde bir hamam külhanında öldü. Bu parayı nasıl harcadığına bir misal zikrederler: Bir gün 100 florine bir tazı satın alır. Bir bağda bir tavşan olduğunu haber verirler, haberciye 100 florin verir, tavşanı ininden çıkaran adama da 100 florin verir, fakat tazı tavşanı tutmaz, Molla Rüstem oğlu da tazıyı bir kılıçta ikiye böler.
*On dokuzuncu asır müverrihlerinden Esat Efendi çok yaşlı olduğu halde, kışa rastlıyan bayramlarda bayram tebriki için, kayığına tandır koydurtur ve saraydaki bayram tebriki merasimine giderdi. Protokola o kadar düşkündü ve kendisini unutturmak istemezdi.
*Sümbül çiçeğinin mor renklisinin katmerlisi, ilk defa olarak 17. asırda büyük Türk âlimi Kâtip Çelebi tarafından elde edilmişti.
*Fatih Sultan Mehmet cülüs ettiği zaman bir kuyruklı yıldız görünmüştü; papa o zaman yıldızı <Türk ve Müslüman dostu zındık yıldız> olarak aforoz etmişti. Bu kuyruklu yıldızın sonra, Halley kuyruklu yıldızı olduğu öğrenildi. Balkan Harbi’nde Bulgarlar Çatalca’ya kadar ilerlerken Halley kuyruklu yıldızı yine görünmüştü. O zaman kilise adamları: <Türklerin uğur yıldızı göründü, Bulgarlar gene mağlup olacaklar!..> demişti; ve hâdiseler de böyle oldu. Çatalca muharebesini kazandık, Balkanlı müttefikler arasına nifak girdi, Edirne’yi Bulgarlardan geri aldık.
*İkinci Mahmut zamanında Eminönü hamallarından Kürt Ali isminde bir adam, büyük ayak rekorunu kırmıştır: Tabanı elli santim boyunda idi ve bir gün kundurasının içine kundaklı bir çocuk koymuşlar, rahat rahat sığmıştı.
*Gayet genç, tüysüz yeniçeri neferlerine <Civelek> denilirdi. Civelekler sokağa, kadınlar, kızlar gibi yüzlerine bir nikab (peçe) koyarak çıkarlardı. Bir civeleğin sokakta peçesini kaldırıp yalnız yüzüne bakmak, bir kadına veya kıza yapılmış hareket gibi tecavüz sayılır ve buna cesaret eden derhal hapse atılırdı.
Reşad Ekrem Koçu
Kaynak: Tarihimizde Garip Vakalar, Reşad Ekrem Koçu, Varlık Yayınevi, 1971, İstanbul, Sayfa 125-128.
2 Yorum