Sesi umurundan önce eprimiş dünyada, güzel arkadaşlar lazım insana, soğumak ve hatırlamak için.
Fotoğraflarda kendini gizleyen, saçlarını bazen uzun bırakan bazen kazıtan, sakalları sanırım askerlikten sonra hiç tıraş edilmemiş ve cami önlerindeki elbise satan ihtiyar amcalardan giyinen Sulhi abiden bahsediyorum. Kendisiyle ilkin öğrencilik yıllarımda Moskova’da sokaklarında karşılaşmış olsam “Привет, как мне добраться до мечети?” diye sorardım muhtemelen. Öylesine mavi gözlü, sarı saçlı ve uzun boylu Sulhi abi. Rasputin’le olan benzerliğinin sık sık gündeme gelmesi biraz da bundan sanırım.
Yemekhanede, bizim odada veya binanın herhangi bir yerinde karşılaştığımızda konunun ortasına dalar, meselenin ötesini berisini araştırmadan son duyduğu cümle hakkında adamı ters köşe eden bir şey söyler.
– Allah, adak sayesinde cimri zenginin malını fakire yedirir!
– Abi mevzunun ortasına geldin yine, başka bir şey söylüyordum.
– Olsun ben lafımı söyledim rahatladım.
***
– İşte insanda kibir böyle cereyan eder, kendini mütevazı olduğuna inandırır ve yine yanılır.
– Abi insandan değil; bizim apartmanın kedisinden bahsediyordum.
– Olsun, nefsini terbiye edememiş insan da hayvana benzer.
***
– … Çünkü kadın psikolojisi böyle çalışır.
– Abi o konuya şimdi girmeyelim istersen.
– Tabiî oradan çok tepki geliyor. İşte bak, hep kadın psikolojisi…
– Abi lütfen…
Genelde ikindiden bir saat kadar önce tatlı krizi tutar. En yakınındakiler bu konuda tecrübeli olduğundan hemen organizasyon yapılır ve yarım saat içinde herkes aynı noktaya toplanır. Çoğunlukla bu anlarda ciddi meseleleri konuşmayı sevmez. Kendisiyle karşılaşınca soru sormak isteyenlere “Şu an önemli bir iş yapıyoruz, tatlı yiyoruz” diye mukabele eder. Ya da başka bir vesileyle iki üç kişi bir aradayken günlük yaşamın telaşı arasında silikleşmiş ciddi meseleler gündem olursa önce bir aforizma patlatır ve hemen bana döner: “Bununla ilgili yazı yaz!”
Odasına her girdiğimde önce büyük siyah kulaklıklarını çıkarır. Ardından her şeyin teorisini bulmuş da benimle paylaşmak istiyormuşçasına heyecanlı bir hareketle sağ elini havaya kaldırır ve “Bak ne göstereceğim sana!” der. Masasının üzerindeki milyonlarca kitap arasından birini seçer ve büyük bir sevinçle bana uzatır. Hani kitabı o yazmış olsa bu kadar heyecan duymaz. Sonrası bir güzel muhabbet…
Geçen gün yine bir ziyaret esnasında, tüm bu ritüeller ifa edildikten sonra bir mesele hakkında konuşmaya başlamıştık. “Onun algoritması böyle…” minvalinde bir cümle kurdum. “Algoritma ne demek?” dedi aniden. “Algoritma… Algoritma işte, ne demek ne?” diyecektim ki; Sulhi Ceylan ile karşı karşıya olduğumu hatırladım. O an emin olamasam da “Makinenin karar verme mekanizması” dedim bir anda. Kısa bir sessizlik oldu. Sulhi abinin yüzündeki hayret ifadesi ile benim yüzümdeki “Maşallah bana, bu ne büyük bir ilim!” gülümsemesi tencere kapak örneğinin sözlük karşılığı haline gelmişti adeta. “Vay bee…” dedi Sulhi abi, “Hayatımda hiç algoritma kelimesini kullanmadım!” Yüzümdeki gurur ifadesi ikiye katlanmıştı. “Vay be…” dedim, “Sulhi Ceylan’a bir şey öğrettim!”
Bu konuşmanın akabinde gelecek olan atağı fark etmiş olmalıyım ki; kendisinden önce davrandım ve masaya büyük bir cümle bıraktım: “Bununla ilgili yazı yazayım!”
İşte şu an okuduğunuz yazının ortaya çıkma hikâyesi bu. Ama bu sadece hikâyelerden bir hikâye. İnsan gibi.
İbrahim Halil Aslan
Resim: Caspar David Friedrich
8 Yorum