sezai karakoç’un hatıralarına dair birkaç not

sezai karakoç, diriliş dergisinin haftalık neşredildiği yedinci döneminde 133 sayı boyunca hatıralar yazdı. bu hatıraların yazılış tarihi 1988-1992 yıllarına denk geliyor. kitap hâlinde neşri sözkonusu olsa 500-600 sayfayı bulacak bu hacimli hatıralar tarih olarak ancak 1970’lerin başına kadar geliyor, karakoç geriye kalan hatıralarını niye yazmadığını veya hatıra yazmayı niye kestiğini izah etmiyor. ancak diriliş dergisinin yayınına son vermesiyle alâkalı olduğu ortadadır. diriliş dergisinin neşri durunca şair hatıra yazmayı durdurmuş mudur, devam etmiş midir, bilmiyoruz. ancak şu sıralar şairin, bu hatıraları yeniden elden geçirdiği ikmâl ettiğini bir arkadaştan işitmiştim, aslı var mıdır, bilemiyorum. şu kadarını söylemek gerekir ki sezai karakoç, diriliş’in yedinci döneminde bu hatıraları kaleme alırken oldukça zorlandığı, psikolojik ağırlığından ötürü rahatsızlık duyduğu yazdıklarından ve üslubundan belli oluyordu. zaten, hatırımda yanlış kalmadıysa iki yerde hatıra nakletmeyi kesip tekrar hatıra yazma muhasebesine giriştiği, bu yazdığı hatıralardan ötürü vicdanî sorumluluk duyduğu satırlara yer veriyor. bu nedenlerden ötürü tekrar o hatıralara dönmesinin, o metinlerle boğuşmasının pek mümkün olmadığı kanaatindeyim. ayrıca derginin haftalık çıkmasının, o dönemde şairin üzerinde bir tür motivasyon oluşturduğu da hissediliyordu çünkü kendisi hatıralara başladığını, artık hatıraların kendisini bırakmadığını, derginin her hafta bir parça hatıra metnini kendisinden kopardığını yazıyordu. demem o ki hatıraları yeniden ele almak için güçlü bir sebep, güçlü bir motivasyon olmadıkça karakoç’un eli kaleme gitmeyecektir. seksen küsur yaşını idrak eden şair için belki de bu motivasyon, ömrünü tebyiz etme arzusu şeklinde zuhur edebilir. fakat oldukça içli, aşırı temkinli o iç dünyadan çıkan metin, -biraz da kendini savunma psikolojisiyle- iyice kendine kapanmış bir metin olarak meydana çıkacaktır.

sezai karakoç’un hatıralarının en mühim vasfı şudur: “derviş, mülayim, asosyal (hatta pasif) sezai karakoç” imajının ne kadar uyduruk, saçma bir imaj olduğunu göstermesidir. sezai karakoç’un toplum karşısına çıkıp bir saat hitap edemeyeceğini düşünen kimselerden tutun da sezai karakoç’un mübarek, veli, derviş, mutasavvıf bir zât olduğuna itikat eden kimselere kadar muhtelif yanlış algılarla karşılaştım. böyleleriyle karşılaşınca “allah, allah… ben mi yanlış biliyorum sezai karakoç’u?” diyor insan, çünkü bu türden insanların sayısı hayli fazla. bu meyânda misâl olsun diye zikredeyim: sezai karakoç’un hatıralarını romancı hasan ejderha ile beraber okuduk. hasan ağabey, öyle tahmin ediyorum ki karakoç’u benden daha iyi, daha çok okumuştur. karakoç’un lise öğrencisiyken ergani’de bir savcı ile tartışmasını yahut mavera efrâdının adlarını bile anmayacak, onları “çevremdeki gençler” diye zikredecek kadar onlara öfke duymasını şaşırarak karşılamıştı. en çok da karakoç’un mütekebbir davranışlarına, maveracıların kendinden izin alarak hareket etmeleri gerektiğini düşünmesine, bir paragrafta beş altı kere “ben” demesine şaşırıyordu. ben de ona şakayla “karakoç, modern bir insan. bak mülkiye okumuş, fransızca öğrenmiş. kaç yaşına gelmiş hâlâ takım elbise, kravat ve sinek kaydı tıraş ile toplum karşısına çıkıyor. senin seksen yaşına gelmiş sakal bırakmayan aile büyüğün var mı?” diye mukabele ediyordum.

on – on beş yıl evvel okuduğum karakoç’a dair özel sayılarda, dergilerin karakoç dosyalarında şairin portresinin ekseriyetle hayranlık veya hürmetle çizildiğini hatırlıyorum. böylesi dergi çalışmalarının anma, yüceltme, öne çıkarma, bayraklaştırma gayeleri taşıyan özelliklerinin bunda payı olduğunu düşünebiliriz. bir de kültür savaşının ortasındayız, bunun sathî bir yüzü olarak, nasıl denir bir tür adam kapmaca var: “alın kemal tahir’i, verin peyami safa’yı.” gibi. böylesi bir ortamda kimi adamların yeri tahkim edilir, onlar efsaneleştirilir. sezai karakoç’un da “ele güne karşı” efsaneleşmesi gerekir. bahtiyar aslan, türk edebiyatı dergisinin behçet necatigil dosyasından necatigil’in kızıyla yaptıkları röportajı niçin dosyadan çıkardığını açıklarken kendilerinin necatigil dosyası yaptığını ama sol dergilerin sezai karakoç hakkında böyle bir şey yapmadığını söylüyordu. burada bahtiyar aslan’ın karakoç’u örnek seçmesinin önemli olduğunu düşünüyorum. çünkü karakoç, pazar postası’nda yazmış ve her ne kadar ikinci yeni arazisinin dışına “itilmeye” çalışılsa da “ikinci yeni devri”nin şairlerinden birisi olmuştur. türkiye’nin gidişatında belirleyici olan bir kültür savaşının ortasındayız. taraflarını mevzilenmiş, bileylenmiş bir hâlde yarışa sokan bu “adam kapmaca oyunu”, bir yönüyle bu kültür savaşının basit, sathî görünümlerinden biri sayılabilir. hatıralarından anladığımız kadarıyla sezai karakoç da zihnindeki bir “sağ-sol” ayrımından hareketle davranıyor ve bu mevzi savaşının, “adam kapmaca oyunu”nun çeşitli yüzlerini aksettiriyor. bu kültür savaşının önemli başlıklarından biri de “kamp değiştirme” meselesidir ki “adam kapmaca” ile birlikte okunmalıdır. karakoç’un hatıralarında bu mânâda uğur kökden örneği vardır: “fakülteyi bitirip istanbul’a geldikten sonra oluşan arkadaş grubumuza katılan, zaman zaman buluşup görüştüğümüz ömer uğur kökden, milliyetçiler derneği’nden ve nurettin topçu’nun yakınlarındandı. daha 27 mayıs ihtilali olmadan önce sultanahmet’te bir apartmanın terasındaki bir açıkhava kahvesinde buluşur, bir dergimiz olsa diye hayaller kurardık. sonra ben askerdeyken, grup, sönmez şirketinin desteğiyle yeni istiklal’i çıkarmıştı. ömer uğur kökden arkadaşımız da orda hararetle yazılar yazıyordu. (…) uğur, teknik üniversite’yi bitirdikten sonra fakültesinde asistan oldu. ben yedek subaylığımı yaparken, o avrupa’ya gönderilmiş üniversitece. bütün arkadaşlar adeta bir törenle onu uğurlamışlar. bir bilim adamımız yetişecek umut ve şevki içinde. uğur, uzun zaman avrupa’da kaldı. bazı arkadaşlara gelen mektuplarından bir bunalıma girdiği belli oluyormuş. arkadaşlarımızdan birinin bu mektuplara şiddetlice cevaplar verdiğini ilave ediyordu olayı anlatan arkadaşlar. uğur, sonraları avrupa’dan solcu olarak döndü. paris’te o havadan oldukça etkilenmiş. bana bir karşılaşmamızda paris’te üniversitede konferans veren satre’a öğrencilerin bile ‘camarade sartre! (sartre yolda!)’ diye hitap ettiklerini imrenerek anlatmıştı. ferruh bozbeyli ve diğer arkadaşları kendisine solculuğuna bakmaksızın iyi işler buldular. fakat uğur, sol gruplara katıldı. 12 mart’ta yargılandı. bir müddet uzaklaştı onlardan. sonra anarşi ve terör devrinde yine yöne döndü. isminden ömer kelimesini de attı. 12 eylül’den sonra sol dergilerin sürekli bir yazarı oldu.” (hâtıralar, sezai karakoç, 57. bölüm – istanbul, yıl:31, dönem:7, sayı: 119-120, 31 ekim 1990, sy.12)

karakoç’un 1970’lerin ilk yarısına kadar getirdiği hatıralarının en çok adı geçen isimlerinden biri, belki de birincisi mehmet şevket eygi’dir. karakoç’un devamlı şevket diye bahsettiği eygi, şairin hayatına mülkiye yıllarında girer ve maalesef bir daha da çıkmaz. maalesef diyorum, çünkü karakoç’un hatıralarında okuduğumuz mehmet şevket eygi’yi muhabbet beslemek hayli müşkil bir iştir. karakoç’u devamlı üzen iki adam vardır: m. şevket eygi ve cemal süreya. şevket eygi, karakoç’un yanında “anasının gözü” kalmaktadır. korkaktır. karakoç’un herhangi bir imkân elde etmesi şevket eygi’inin eteklerini tutuşturur. zor zamanında karakoç’tan destek bekler fakat karakoç’un zor zamanında yüzünü başka yöne çevirmiştir çoktan! daha mülkiye yıllarında tutuşmuş bir gerilim, şair ile eygi arasında zuhur eder. sezai karakoç 1953-54 kışında bir dergi çıkarmak ihtiyacını ilk kez hisseder. malatya hadisesi bahane edilerek birçok dergi, yayın kapatılmış; necip fazıl kısakürek de azmettirici olarak tevkif edilmiştir. sezai karakoç hatıralarında birçok kişinin soruşturma ve takibat gördüğünü ifade ederken, söyleyip geçtiği ama mânidâr bir cümleyi de kaydeder: “çekmegil’e dokunulmadı.” birçok yönü karanlık kalan bu malatya hadisesinin akabindeki yayın boşluğu şairi, bir dergi çıkarmak düşüncesine sevk eder. 20-21 yaşlarındaki bu gencin her nasılsa bu niyeti istanbullara kadar (karakoç ankara’dadır) malûm olmuştur. karakoç hatıralarında bu dergi meselesi etrafında, eygi ile aralarında bir ömür takip edecek problemi aksettirecek bir bilgi verir:

“ben bu şekilde günlerce dergi çıkarma konuşmalarını yaparken, beklenmedik bir şey oldu. istanbul’un tanınmış tüccarlarından birinden bir mektup aldım. bilhassa islâmî çevrede ismi olan birinden. bir dergi çıkarmak istediğimi öğrenmiş bulunduğunu, buna sevindiğini, gereken maddî yardımı da yapmaya hazır olduğunu yazıyordu. cevabını da eski yazıyla (kendi yazımızla) yazmamı istiyordu. bir mektup yazarak teşekkür ettim. fakat bir talepte bulunmadım. kendi yazımızla iyi ve okunaklı bir şekilde yazamayacağımı belirterek mazeret beyan ettim. cevabında, dergiye yardıma hazır olduğunu tekrarlıyor, acemi de olsam mektubumu yine kendi yazımızla yazmamı istiyordu. böyle bir parayı kabul etmem hâlinde dergiyi çıkarmakta hür olamayacağımı düşündüm. belki dergiyi fazla atak bulacak, hele hele şiirleri, serbest yazıldıkları için hiç anlamayacak ve beğenmeyecekti diye düşündüm. çünkü henüz şiirde m. akif’ten bu yana geçilmemişti o çevrelerde. şair olarak n. fazıl’ı bile izler görünmüyorlardı. kısacası parayı kabul edersem, huzursuz olacağım, bağımsız olamayacağım, adamcağızın da dergiyi gördükten sonra yeniyi kavraması mümkün olmadığından pişman olabileceğinden bambaşka bir dergiyle karşılacağı için sükût-ı hayâle uğrayacağı kanaatine vardım. şevket, bizim bu mektuplaşmamızı izliyordu. benim red cevabını vereceğimi öğrenince, o zâta, kendisini takdim ve tavsiye etmemi istedi. ben de bir mektup yazarak (yine latin harfleriyle tabii. öbürüyle okunaklı olmayacağından yazmam mümkün değildi.) dergi çıkarmaktan vazgeçtiğimi, yardım teklifine teşekkür ettiğimi belirttikten sonra övgüyle şevket’i takdim ve tavsiye ettim.” (hâtıralar, sezai karakoç, 56. bölüm – ankara – s.b.f. yılları, diriliş, yıl:30, dönem:7, sayı:56, 11 ağustos 1989, sy. 10)

nihayet şevket eygi, ismi bir türlü zikredilmeyen tüccarla anlaşmış, dergi işine girmiş, karakoç da onunla birlikte hareket etmiştir. fakat dergi çıkınca bir endişeye kapılırlar: “bütün dava dergileri kapanmıştı. bizimki de ateşli bir dergiydi. hemen kapatılır, biz de hapsi boylar mıyız diye bir endişeye kapıldık. bugün bana çocuksu gibi gelen bir çare düşündüm. şevket’e dergiyi savcıya götürmesini: ‘bu dergiyi bastık, ama yayınlamadık. bakınız, bize yayınlamakta mahzur olup olmadığını söyleyiniz.’ demesini, eğer savcı mahzur görmezse yayınlamayı, yoksa yayınlamamayı önerdim. şevket, anlattığına göre, savcılığa bir nüsha götürmüş. savcı: ‘deli misiniz?’ demiş ‘yayınlarsanız derginiz derhal toplatılır ve siz de içeri girersiniz. sana memur vereyim, onun nezaretinde imha ediniz.’ iki polis şevket’le beraber gitmiş, derginin basılan nüshaları imha edilmiş. (…) böylece dergimiz çıkmadan batmış oldu. daha sonra şevket, “komünizme hücum” adlı bir dergi çıkarmaya karar verdi. ilk bir iki sayısına ben de birçok yazı yazdım. tabii bir çoğu müstear adla. (…) küçük bir dergiydi. sadece saldırış vardı. zaten şevket de devam ettiremedi. 4-5 sayı sonra kapandı. şevket’e o zattan (ismi verilmeyen istanbullu tüccar kast ediliyor, m.r.k.) kendisine bir para gelip gelmediğini sordum. şevket de ‘geldi’ dedi. ‘ne kadar?’ diye sordum. ‘250 lira’ dedi. (yıllar sonra şevket’i sönmez’e ait yeni istiklal’in başına getiren, sonra dergiyi ona verdiren, bugün gazetesi çıkarken anadolu tüccarının desteğini sağlayan hep o zattır.) 1953-54 kışındaki dergi tecrübelerimiz böylece sona erdi.” (hatıralar, sezai karakoç, aynı bölüm, aynı sayı, sy.11)

bu istanbullu tüccar kimdir? niçin ısrarla karakoç’tan tevkifât ve takibâtın şiddetli olduğu o günlerde, mektubuna “kendi yazımız”la cevap vermesini istemiştir? şevket eygi’nin aklına “komünizme hücum” dergisi çıkarmak fikri nasıl gelmiştir? karakoç’un mektup yazışmasını takip edecek kadar yakınlığı olan şevket eygi, “komünizme hücum” dergisi hususunda sezai karakoç’la hangi fikir teatilerinde bulundu? karakoç, “komünizme hücum” dergisinin çıkmasını tasvip ediyor muydu? tasvip etmediği için mi müstearla yazdı? “komünizme hücum” dergisini şevket eygi’ye, adı zikredilmeyen istanbullu tüccar mı telkin etti? bütün bu sorularımıza cevap bulacağımız bir kısmı barındırmayan hatıraların biz, konumuzla alâkası bakımından meçhul tüccarın şevket eygi’ye ondan sonraki hayatında yol açıcı olması üzerinde duracağız. hatıralarının iktibas ettiğim kısmın hemen akabinde şevket eygi’nin şaire ait “bedir” şiirini geri vermediğini, tek nüshası olan bu şiirdeki bir mısranın – bir kelimesi değiştirilerek- yıllar sonra gazete manşeti olarak hırsızlandığını okuyoruz. niyeyse karakoç, şiirinin üzerine konan ve her fırsatta kendisini üzen bu zatı hayatından çıkarmamıştır. matbuattaki istikbalini ise kendi eliyle şevket eygi’nin nobran tarzına terk etmiştir. yalan haber yapmasından tutun, karakoç’un şiirinin üstüne konmasına kadar birçok kötü işin mübdii ve münşii olan şevket eygi, bugünün “muhafazakâr demokratlık”larının nasıl temellendiğinin hazin ve ibretlik bir temsili olarak karakoç’un hatıralarında yer almış.

karakoç, hatıralarında mağrurdur. “şiirde cemal, matbuatta şevket” tamahkâr ve muhteris arkadaşları olarak kendisini hayli üzmüş, kimi zaman yoluna taş koymuş, elindeki imkândan etmişlerdir. fakat “yenilgi yenilgi büyüyen bir zafer vardır.” büyük doğu yayınları’ndan önce kendisi diriliş yayınları’nı kurmuştur. bir yazarın kendi kitapları için bir yayınevi kurmasının belki de ilk örneğidir bu. sezai karakoç’un mağrur tavrını anlamak için hatıralarının bir başka bölümünü, “yenilgi yenilgi büyüyen bir zafer vardır” mısraının menşeini ifade ettiğini düşündüğüm bir bölümünü okumanızı salık veririm: diriliş dergisi, 7. dönem, sayı: 111-112, 31 ağustos – 7 eylül 1990 sy. 17-18. bu derginin ciltlerine ulaşmak kolay olmadığından mezkûr bölümün edebifikir’de “yenilgi yenilgi büyüyen bir zafer vardır!” serlevhasıyla iktibas edildiğini haber vereyim.

sezai karakoç için bir nefis muhasebesi olduğundan daha çok bir savunma beyanı ve tashih çabası olan bu hatıraların mağrur yüzünü en çok “mavera ekibi”nin adını dahi zikretmeyerek bahsetmesinde görürüz: “diriliş her döneminde en kısa sürede gençlerden bir kadro oluşturuyordu. bu kez de öyle oldu. bizi 1968’de bırakıp gidenler de gelmişlerdi. ancak artık benim onlara güvenim yoktu. nitekim msp (millî selâmet partisi) etrafımdaki gençleri ve diriliş kadrosunu dağıtmak için bunlara el atınca onlar çekip gitmişlerdi. zaten ona hazırlıklıydım. dergi yoluna devam edecekti. (…) ve zaten benim kitaplarımı ve diriliş’i okuyarak yetişen nesil, başka bir parti ortada olmadığına göre msp’den başkasına mı oy verecekti? aleyhlerine bir şey yazmıyordum. davamızın günümüzdeki düşünce ve edebiyat akımını kurmuştum. yeni nesil içinde islamcı akımın edebiyatçıları da bu vesileyle yetişiyordu. msp’liler buna memnun olacağına açık açık kendilerini tutmadığım için adeta bana savaş açtılar. gizli açık aleyhimde kampanya yürüttüler. gençleri her türlü imkân sağlayarak kendi organlarına çektiler. diriliş’i yok etmek için, bizden yetişenlere mevki, kitabevi, yayınevi, gazete fıkra köşesi vb. verdiler. milli gazete, diriliş’i boğamadığı için bu kez gençlere ayrı bir gazete çıkarttılar: yeni devir. güya bu entellektüel gazete olacaktı. gazete düşüncesi ve düşü, benim öteden beri gençlerle hep konuştuğum bir düşünce ve düştü. milli gazete avamî bir gazeteydi. bizden kopup msp’ye giden gençler, bizim gazete modelini bildikleri için yeni bir gazete önermişlerdi. onların bu kaprisi de yerine getirildi. ama sonuç bir hiçti. almanya’dan ve anadolu’dan yağan para, avamî bir gazete için heba olup gitti yıllarca. diriliş bütün bu güçlüklere rağmen yoluna devam etti. yayınladığı nice metinler, çeviriler, sonradan hep kitap oldu. ödüller aldı. ama o kitapları yayınlayanlar, o ödülleri verenler diriliş’in hakkını itiraf etmediler. daha sonra diriliş haftada iki kez çıktı bir süre. kitaplarımız yayınlandı. birçok baskılar yaptı eserlerim. solda da bize karşı dergiler, hatta günlük gazeteler çıktı. büyük gürültüler ve tirajlarla çıkmaya başlayan bu gazeteler ve dergiler, sonunda hep battı. diriliş’se allah’ın izniyle yaşamasını binbir güçlük içinde de olsa sürdürdü. sürdürüyor. necmeddin-i kübra hazretlerinin bir sözü çıkmıştı bir kitabı şöyle açtığımda: ‘mumunu, rüzgârdan korumasını bil.’ çok fırtınalar esti. fakat biz allah’ın yardımıyla diriliş’in sönmemesi için elimizden geleni yapmaya çalıştık. ben ve arkadaşlarım.” (hâtıralar, s. karakoç, 112.bölüm – istanbul, 20 eylül 1991, yıl:32, dönem:7, sayı: 129-130, sy. 11)

“ben ve arkadaşlarım” diyen ve arkadaşlarının adını zikretmeyen sezai karakoç, herhalde diriliş’in sayfalarını açmakla anlaşılan yeteri kadar teşekkürü ettiğini düşünmüştür. matbuat hayatının tarla tink davası, yazarlar arasındaki münasebetlerin aşiret hayatının görünümlerini taşıdığı bu atmosferde sezai karakoç’un tavrını anlamak, bir nebze olsun makul görmek mümkün. kendisinin hazırlamadığı bu şartlarda tutunabilmek için buna ihtiyacı olduğu öne sürülürse, kısmen buna yer açabiliriz. dün derginin kadrosunda bulunanlar “diriliş’ten kopanlar” diye yer alırken, bugün diriliş’e hizmet edenler “ben ve arkadaşlarım” diye anılıyorsa yarın bu yeni hizmet edenlerin de “kopanlar”dan olması mukadder değil mi? diyeceğimiz şu: sezai karakoç’un hatıralarına, başta sözünü ettiğimiz “adam kapmaca” üzerinden bakılabileceği gibi “adam kıymaca” üzerinden de bakmak mümkün. “adam kapmaca” ile “adam kıymaca”nın birbiriyle alâkasız olmadığı düşünülürse şairin hatıralarından çok şey devşirilebilir.

30 muharrem 1439 – kahramanmaraş

mehmet raşit küçükkürtül

 

*bu yazı, kaygusuz dergisinin kasım-aralık 2017 tarihli 4. sayısında, sy.42-47 arasında, yer almıştır.


Mehmet Raşit Küçükkürtül’ün Sezai karakoç ile ilgili diğer yazıları:
sezai karakoç sağcı mıdır?
cemal süreya’nın 555k şiiri hakkında
“İyi de çocuk pencereden de düşebilir!”

DİĞER YAZILAR

3 Yorum

  • yalçın küçük , 18/05/2021

    şevket eygi’yi biz 6. filo’lardan biliriz! bunları herkese bilecek! şimdi o nagehan mı nedir, o süslü kız, televizyonlarda car car konuşuyor, ne biliyor bu kız? o saçını da boyatmasın, söyleyin. bunlar ibranîlik alametidir. kemal bey’e sesleniyorum, gürsel tekin’e sesleniyorum; bu iş nagehan’la filân olmaz. şevket eygi’nin cenazesine çelenk göndermekle olmaz.

  • Abdülvehhap Suruç , 18/11/2018

    Mehmet Raşit Küçükkürtül, burada Odatv yazarları gibi davranmıştır, suçlanmayı hak ediyor. Mehmet Şevket Eygi gibi davamızın önemli adamlarına söz söyleme cürretini nereden alıyor kendisi? Cevap versin…

  • Ruşen Eşref Ünaydın , 18/11/2018

    Nerede Küçükkürtül’ü eleştirenler, hani nerede Sezai karakkoç’u savunanlar? Yok mu bir tane yorumunuz? Adam yazmış yazacağını.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir