Bilal Can, o içimizde var olan ve kurumayan damara sesleniyor. Okumaya cesaretiniz var mı?
***
Seni sana çağırıyorum
Yağmuru bekliyorduk, yağmur dileyen gözlere. Yağınca selamete erdirecek. Bir selamı barındırıyorduk. İçimizde, Mostar’da yankılanan sestik, Neretva’nın çığlığıydık, Nil’e boyun eğmeyen Musa’nın sözlerini büyütüyorduk içimizde.
Bir tecessüs içinde gelişen iç acılarımızı kelimenin boynunu eğdirerek anlamlar üretiyorduk. “Hakikat’in raptolduğu cevher” i ilmik ilmik büyütmek için gönül kilimini ve sermek için iyiye, suları dinlendiriyorduk.
Yoğunduk, aklımızın ermediğine: aklımız ermiyor diyebiliyorduk.
Bir su, sessizliğe nükseden ağrıya halka halka sirayet ettiğinde bilirdik suyun sızladığını.
Anlam sıkıştırılarak canlanır. Yorum açılarak genişler. İçimizi keşfe çıkartan niyet atlasların yön göstermesinden değildi. Pusulaların Batı’yı ulaşılması gereken hedef olarak göstermesi bir yanılgıdır. Bu bize sahih kaynaklarla bildirildi. İçsel sıkıntılarımızı dışsal mülahazalarımıza kattık. Kattık ve bekledik. Öze dönüş biletlerini gişelerde satmıyorlardı.
Öze dönüşü dillendirmek için özümüzü kuşandık. Hakikatin ışığı iyinin ve doğrunun neye işaret ettiğini bilmekle başlar. İyi ve doğru. Tüm etimolojilerin, hermeneutiklerin içinden kılıcını kuşanarak çıkmanın verdiği cesaret. Bu öyle bir cesaret ki şiirin neye delalet ettiğini bildirmek için topladığımız kelimelere öfkemizi yedirdik. Parnesyen düşüncelerin sembollerle yüklü anlam katmanlarından uzak hiçbir lafı esirgemedik kendimizden. Zihnimizin kirlenmeye yüz tutmuş tarafından çıyanları temizledik. Çıyan. İçimize bir kurt gibi düşüp uykusuzluğumuza bulaşarak bizi gecenin dingdonglarına boğan şey. Sıkan, boğan. Cesaretimiz vardı; sabahın keskin saatlerine “nerdesin” demek için. Uyku kollarını şehrin üzerine salarken ve sonra çekerken izledik şehrin uykuya bulanmış gözlerini. Kış mevsiminde sisli örtüsünü çekmişken üzerine öten kuşların seslerindeki neşeye şahit tuttuk şehirdeki parçamızı.
Söz söylemek için en uygun olan mekânsızlığı ve zamansızlığı seçmektir. Hiçbir mekân ve hiçbir zaman düşünce katmanlarına bulaşmamalı. Mekânsızlık, bu aklın bulunduğu yere bağlı kalmayacağının göstergesi. Zamansızlık, süreyi ölçmek, geçene üzülürken gelene tedirgin olmak… Tay-i zamanı arıyorduk, Tay-i mekânı.
Geçmişin içimizde kalan mekânı ciğerlerimizden sökün eden, yaralarımıza kabuk bağlatan o geçirgenlik. O süresizlik. O evrenini içinde arayan nida. Kendi semeresini yoğun çaba ile elde etmeyi arzuluyor zihnimiz. Çabasız bir şey muğlâktır. Esamesini okumak için çaba gerekir.
Sözün cibilliyetini bilmek! Asıl maksada bir vurgu taşır bu.
Zamanın yel değirmenlerine saldırmak ancak kelimelerin anlamlarını bilmekle olur. Yel değirmenleri, zamanın artık put yapımevleri, insan yapımı Babil kuleleri. İnsanı yücelten, insanın değerini haddinden fazla yücelten imgeler. Kuleler insanı Allah’a yaklaştırmaz. Gökyüzüne uzandığı kadar Allah’tan uzaklaştırır.
Hakikate murat etmek. Aramak. Arayış sende bir haysiyet meselesi olmalıdır. Tüm silahlarını kuşan, uzun bir yolculuğa çıkmaya niyet etmişsen silkelen, üzerine sinen bu kasveti kaldırmalısın.
Çağdaş yalanlar sana kitaplardan fısıldar.
Her esrarlı sessizlik bir doğumu gerçekleştirmez. Düşüncenin çıkmazlarında düşüncenin gideceği yöne hâkim olmak sana silahlardan daha fazla yarar sağlayacaktır. Kalk ve kendi gör, kendin kendine bu kadar uzakken kendini kuşanmanın imkânı yok. Kalk ve kendini uyar, ikaz et, asabiyetin buna nâzır bir sesi barındırıyor.
Her şeyi endüstrileştiren modern, sanattan doğduğunu iddia eden modernizm, bir dünyevileştirme çabasını önemseyen modernlik… Tüm kavramlarıyla seküler sesler yaratmaya çalışıyor. Çağdaş yalanlar sana kalın kitaplardan fısıldıyor. Zihninin artığını sana yedirmeye çalışarak büyütüyor yalanlarını yazanlar. Yazmak oysa netameli bir aya tutkunluktur. Güzel olanı itidalliği, doğru olanın itidalliğine oluşturan. Doğru olan güzeldir, güzel olan doğru olmayabilir. Sana yanılgılarını göstermek için “sadeliğini” duymaya çağırıyorum.
Ey akrebi, yelkovanı zaman iziyle imleyen zihin
Ey kahır çekip bunu en güzel sestir diye bekleten kalp
Ey çarmıha gerilip de bunda bir gönüllülük arayan
Ey sen. Kendi keşfine çıkmış bir gemi asla geri dönemez. Tüm gemilerini yaktın geri dönüşünün. Çıktığın yolun değerini bilecek misin? Çıktığın yol. Keşfinin ve özünün yolu. Sana seni çağıran, seni sana çağıran, seni senden alan önce, seni sana ulaştıran…
Yola çıkmak bir cesareti gerektirir. O cesareti barındırıyor musun?