Lateef Crowder dos Santos ismini duydunuz mu? Brezilyalı bir aktör. Kendisini, dünyaca ünlü filmlerde yer aldığı yardımcı oyuncu rolleriyle tanıdım. Ancak ne tarzı tarz, ne de oyunculuğu oyunculuk! Ne diye takip ettim bilmem. Liseden üniversiteye geçiş arasındaki o acımasız yılda Instagram hesabından takip etmeye başlamıştım. Bazen, Brezilya’nın özel günlerinde kendisine tebrik mesajları atar bazen de çeşitli sebeplerle uyardığım olurdu. Mesela “Sevgili dostum, Brezilya’da ortalık karışmış, kendine dikkat et” ya da “Sevgili dostum, kahve stokları azalmış, tedbirini al. Ehehe.” gibi hiç de gereği olmayan mesajlardı bunlar. En çok da çektiği akrobatik dövüş videolarına alev ya da bomba emojisi atar “Perfeckt bro!” yazardım. Sağ olsun, hiçbir mesajımı karşılıksız bırakmamıştı.
Ayıdan post gâvurdan dost olur mu? Olmaz işte… Bir gün sosyal medya hesabından Ermenistan bayrağı paylaşıp, üzgün olduğunu belirten bir yazı yazmıştı. Bu durum beni çok sinirlendirmişti. Hızlıca Google Çeviri’yi açıp okkalı bir cevap vermeye başlamıştım. Yazdıklarımda bir ölçü olmadığını anladığımda hepsini silerek bir süre bekledim. Karşılık vermeden evvel işin aslını öğrenmek istedim. Sadece “Türk takipçilerin var. Bu düşüncesizliği nasıl yaparsın?” şeklinde bir mesaj gönderdim. Verdiği cevap beni yumuşatmıştı: “Benim Ermeni dostlarım var. Bu acı günlerinde onların yanında olduğumu göstermek için paylaştım. Türk dostlarım olsaydı, onlar için de aynı şeyi yapardım.”
Bu cevap karşısında, niyetinin iyi ama cahil olduğuna karar vermiştim. Bana düşen bu cehaleti ortadan kaldırmaktı. Öyle de yaptım. Bahsettiği şeyin bir acı olmadığını, kendisini manipüle ettiklerini öğretmek zorundaydım. Önce argümanlarımı toparladım. Sonra da dinlemek isterse, ona bu durumu izah edeceğimi söyleyerek cevabını bekledim. Çok geçmeden dinlemek istediğini söyleyince, Google Çeviri yardımı ile tercüme etmeye başladım. Cevaplarım karşısında durumu anladığını fakat iki devletin bir araya gelip kaynakları tartışması, gerçeği ortaya koymaları, insanları aydınlatmaları gerektiğini falan söyleyince çabamın beyhude olduğunu anladım. Lateef’in cevapları aslında çok net bir içeriğe sahipti: “Ben etliye sütlüye karışmam, dostlarım için paylaştım, gerisi beni ilgilendirmez.” Onunla bu hadiseden sonra yalnızca bir kez iletişim kurdum ve takip etmeyi bıraktım.
Anlattığım olayın üzerinden beş yıl geçmişti. Lisans derslerimin birinde bahsi geçen konuya dair düşüncelerimiz isteniyordu. Düşüncelerimizi yazılı olarak teslim edecektik. Şu anda kaynağını hatırlayamadığım birçok eserden faydalanmış olsam da ödevimde Lateef’e yazdıklarımı kullanmıştım. Aşağıda aktardıklarım hem Lateef’e hem de hocama yazdıklarımı içeriyor.
***
Ünlü tarihçi Bernard Lewis’e Türklerin, Ermenileri katlettiğine dair sorulan soruya; böyle bir şeyin söz konusu olmadığını, ancak kendilerine karşı savaşmaya gelen Ermenilere yönelik bir savunmadan ibaret ve bunun da bir katliamla ya da soykırımla ilişkilendirilemeyeceğini söylemesi önemlidir.
1918 yılı Nisan ayında Kars’tan Tiflis’e gelen Rum muhacirler, Ermenilerin taş üstünde taş bırakmadıklarını, Kars ve çevresini yakıp yağmaladıklarını, Türk halkını kılıçtan geçirdiklerini, henüz süt çağındaki çocukları süngülerinin ucuna takarak öldürdüklerini, Müslüman kadınları çeşitli işkencelerle namuslarını kirleterek katlettiklerini söylemiştir. Bunun sonucunda ise kadınların çıldırdıkları ve onların haykırışlarını dinlemenin yürekleri parçaladığını ifade etmişlerdir.
Kağızman’da geçirdiğimiz on senelik süreçte işkenceye maruz kalmış ve hayatta kalmayı başarmış gazilerin ve onların çocuklarının anlattıkları anıları bizzat o hadiselerin yaşandığı mekânlarda dinlemiş olmanın verdiği asabiyeti tarif etmek zordur. Ancak insana dair duyguları körelmemiş olanların, katliamları okuduğu ve dinlediği takdirde böylesi saldırıların hiçbir şekilde gerekçe kabul etmeyen bir zulüm olduğunu söyleyecekleri şüphesizdir. Aşağıda, belgelerden yola çıkarak vereceğimiz örnekler de görüleceği üzere Ermeniler bebek, çocuk, kadın-erkek, genç-yaşlı demeden işkence yapmış ve bölge nüfusunu yok etmede çok ciddi katliamlara girişmiştir.
Kars ve çevresinde Türklere yönelik katliam hareketlerini yönetmiş Ohanes Apresyan isimli Ermeni’nin hatıralarını anlattığı Men Are Like That (İnsanlar Böyledir) isimli kitapta Kars ve çevresindeki Türk katliamını şöyle anlatıyor: “…Tatarların kaçmalarına imkân verecek yolları ve dağ geçitlerini tutarak kapattık. Hemen yok etme işine giriştik. Birliklerimiz birbiri ardına köyleri kuşatıyorlardı. Topçu ateşi ile izbe köy evleri taş ve toprak yığınları haline getiriliyor ve köylüler köyde barınamaz bir hale gelip köy dışındaki kırlara kaçmaya başlayınca da tüfek mermileri ve süngülerle işlerini tamamlıyorduk. Hiç şüphesiz ki Tatarların bazıları kaçabildiler. Bunlar ya dağlarda kendilerine sığınacak bir yer bulabildiler veyahut da sınırı aşıp Türkiye’ye kaçtılar. Geri kalanlar ise tamamen öldürüldü. Böylece Rus Ermenistanı’nın Nahcivan’dan Ahılkelek’e kadar olan bütün sınır bölgesi, Ağrı Dağı’nın eteğindeki sıcak ovalardan kuzeydeki soğuk dağ yaylalarına kadar her yer, yerle bir edilmiş Tatar köylerinin dilsiz kalmış harabeleri ile doldu. Şimdi bu köylerde, buralarda kalmış ölü insanların kemiklerini bulmak için giren kurt ve çakalların ulumalarından başka bir ses duyulmaz”.
Aynı kitapta geçen bir başka anı ise şöyle:
“…bir Tatar Köyü olan bir harabenin yanından geçiyordum. Yıkılmış evlerin birinin önünde bir ateş yakılmıştı. Ateşe doğru yürüdüm. Ateşin etrafında bir grup Ermeni askeri oturuyorlardı. Aralarında da henüz çocuk denecek yaşta iki Tatar kızı vardı. Kızlar yere çömelmiş ve ara sıra gelen hıçkırıklarla sessiz sessiz ağlıyorlardı. Kırılmış ev eşyaları ve Tatar köy evlerinin diğer malzemesi etrafa saçılmıştı. Keza orada burada ölülerde yerde yatıyorlardı. Kızları kurtarmak için maalesef geç kalmıştım. Fakat bu zavallılara elimden gelen yardımı yapmak istedim. Kendi lisanları ile hitap ederek artık korkmamalarını söyledim. Benden kendilerine bir zarar gelmeyeceğini, sadece kendilerine yardım etmek istediğimi anladıkları zaman, ıstırapları gene boşalarak acıklı şekilde hüngür hüngür ağladılar. Askerlerden korku ve dehşete kapılmışlardı ve onların yanında bulundukça kızları teselli etmeğe imkân yoktu. Kızları yanıma alarak oradan uzaklaştım ve zaferlerinin kendilerine sağladığı nimeti ellerinden aldığımı zanneden askerleri de çirkin bir ruh haleti içinde bıraktım. Bir iki kilometre ötede gene aynı akıbete uğramış diğer bir Tatar köyüne geldik. Karanlık basmıştı ve geceyi orada geçirmeye karar vermiştim. Yanımdaki yiyeceği Tatar kızları ile paylaşıp harap olmuş köyde biri kendim, diğeri de kızlar için ayrı ayrı barınacak birer yer buldum. Az sonra uyumuştum. Gece yarısı devamlı bir şekilde ağlayan bir çocuk sesi ile uyandım. Ay ışığı hayal meyal etrafı görmemi sağladı ve bana burada cereyan etmiş olan diğer bir facianın bütün ayrıntılarını gösterdi. Ağlayan çocuğun sesini rehber alarak görünüşünden bir Türk ailesinin evi olduğu anlaşılan bir ev yıkıntısının avlusuna geldim. Avlunun köşesinde ölü bir kadın yatıyordu. Gırtlağı kesilmişti. Kadının üstünde bir yaşında kadar bir kız çocuğu duruyor ve ölü kadının memesinden süt emmeğe çalışıyordu. Çocuğu kucağıma alıp cebimde kalmış olan ekmek parçasını su ile ıslatıp doyurabildiğim kadar çocuğu doyurmaya çalıştım. Sonra da çocuğu o gece bakmaları için iki Tatar kızının yanına bıraktım. Ertesi günü bir fırsat çıkmasından faydalanarak bu üç talihsiz çocuğu Kars’taki Amerikan yetimhanesinde yetiştirilmek direktifi ile Kars’a yolladım. Tatar köyleri bu şekilde temizlendikten sonra ben de tekrar Kars’taki eski alayıma katıldım… Ben öyle katliam sahnelerine tanık oldum ki, buralarda öldürülmüş yerde yatan insanların sayısı, sonbaharda bir ormanda yere düşen yaprakların sayısı gibiydi. Bunlar koyunlar gibi biçare ve savunmasız insanlardı…”
***
Son olarak şunu söylemek isterim; pandemi dönemi başlar başlamaz, Brezilya’nın içinde olduğu korkunç durumdan dolayı Lateef’e son bir mesaj atıp iyi olup olmadığını sormuştum. O da iyi olduğunu söyleyip benim durumumu sormuş ve “Türkler için iyilik ve sağlık diliyorum.” demişti.
İbrahim Orhun Kaplan
3 Yorum