Sanatın kelime anlamına kavuşup, gerçek manada kendi kimliğini algılama tarihi, esasıyla nerde ne zaman başlar bilinmez. Birçok kültür bunu sahipleniyor olsa da aslında, bu işin kökeni ne İtalyan bir heykeltıraşın elinden ne de Alman bir ressamın fırçasından sıçrayarak oluşmadı. Belli bir disipline oturmuş halde basit sanat kavramları, savaşların dışında kalmış, daha hür milletlerin elinde tanıma kavuşsa da; esasında İslam mimarisi başta olmak üzere mağrib tarzı yapılarda bu işlere öncülük etmiştir; ancak oluşturulmuş sanat doktrinleri bir şekilde bu hadiseyi hep arka planda bırakır.
Olayın diğer yönünden baktığımızda da zaten bu konuyu destekler niteliktedir. Eserin sanat tanımına kavuşmasında daimi olarak şu tanım geçerli olmuştur: yaşamsal ihtiyaçlar dışında oluşturulmuş olan eserlerin eğer bir estetik kaygısı bulunuyorsa ve nesneler bu güzelliği barındırıyorsa bu sanat eseridir. Bu tanıma binaen aslında her geçmişi köklü milletin, sanatın tarihinin öncüsü olma özelliği daima mevcuttur ve bu hakkı savunmak için milletlerin hep bir nedenleri olacaktır.
Bizim algımızın ise bu denli farklı ve neslin oluşturduğu sanat hareketinin dışında gelişmesinde etkili olarak Osmanlı’nın son dönemi olan 19. yüzyıl önemli bir yer tutar. Bu dönemde, artık Batılı sanat tarzının tümü bütün objelere işlemişken insanın aklına şu gelmiyor değildir; Kökeni, Orta Asya’dan milattan öncelere uzanan sanat geçmişi ile bir millet, neden Batı tekrarı işlerin peşinden koşar ve klasik üslubunun üzerinden üç asır geçmesine rağmen Primitif (emekleme dönemi ) denilen bir dönemden geçmeyi kendine yakıştırır?
Bu sorunun cevabı yazının başlığındaki algı konusuyla alakalıdır aslında, bir bakıma sanatın algısı da yaşamsal faaliyetlerin bir noktada özdeşleştiği kültürle ilintili olmaya başlar ( dönem içindeki Fransız ve İngiliz ekolü etkisi ) ve yine bu nedenledir ki, biri sanat kelimesini telaffuz ettiğinde aklımızdan direkt olarak tablolar, heykeller geçmeye başlar. Bu kavrayış ve algılamanın kökeninde 19. Yüzyılda aldığımız miras ve 20. Yüzyılın başındaki redd-i miras yatmaktadır ve çok etkilidir. Dönemin önemli isimlerinden olan Osman Hamdi Bey aslında biraz da bu konunun farkına vararak işlediği tablolara mağrib veya klasik tarzda objeler yerleştirmeye çalışmıştır, bu çalışmaları neticesinde de onun ismini bu emekleme döneminden günümüze taşıyan unsurda yalnızca müze müdürlüğü yapmış olması değil, bu yöndeki çabaları olmuştur.
Konunun geneli itibariyle nesillerin zihinlerinde barındırdığı sanatsal kavramlar, sanat tarihinin asıl taşıyıcı unsurları olmuştur. Bizler ise sanata olan eğilimin doğru yönde güçlenmesi için, bu konuda belli bir klasik devir atlatmış hatta bu devri birkaç kez geliştirmiş bir neslin torunları olarak tarih algısını nasıl ceddi duygularla oturtuyorsak, aynı duyguları, sanatsal algımızla birleştirip doğru bir sanat tarihi, algısı ve kronolojisi oluşturabiliriz.
Ahmet Özcan
Resim: Osman Hamdi Bey, Kur’an Okuyan Kız
Edebifikir