Çok kararsızdım ve zaman hızla ilerliyordu. Beni kendi dinginliğinde boğmayı yüzyıllık yemin bellemiş bir bilmecenin orta yerinde bulunamayan o harfin peşindeydim. Dilimin ucundaydı yokluğu varlığına burun farkıyla galebe çalan. Fakat bu korku var ya bu korku… Elindeki anahtarı inkâr ettiriyor insana. Bin türlü bahaneyi sarım sarmalık gizlendikleri kuytulardan çekip getirtiyor. Öyle ki; alnının orta yerinde en sert düğümleri çözmenin şifrelerini yazan o adımı atmamak için sergilediğim eforu, ayakkabılarımın iplerini bağlamak için gereken iradeye dönüştürebilseydim şu anki dertlerle boğuşmak bir sigaralık hayalden hatıra kalacaktı sadece. Fakat olmuyor.
Hayatım boyunca gerçekliğini en net hissettiğim duygu, yüksekten aşağı atlama korkusuydu. Bunu tanımlayamazken bir filmde “İnsanlar yüksekten bakarken düşmekten korkmaz, aşağı atlamaktan korkar” repliğini duyunca epey şaşırmıştım. Sonraları bunun bir fobi olduğunu öğrendim. İşte şu an yaşadığım, tanımı bile başka bir fobinin özne, nesne ve yüklem sıralamasına muhtaç bir korkudan ibaretti. Artık kalkmalıydım bu çıkarımları biteviye çoğalmayı seven manzaranın karşısından. Elimdeki derginin kapağını hızla kapatıverdim. Sarmaşıklarla çevrili boynu bükük şehrin fotoğrafından kurtulmuştum artık. Yine de büyük fontlarla “Dosya Konusu: Terk Edilmiş Şehirler” yazısının beni derginin içine çektiğini hissediyordum. Ama bu kadar macera yeterdi. Dergiyi süreli yayınlar kısmına bıraktıktan sonra zaten kapanmak üzere olan kütüphaneden çıkıp durağa doğru yürümeye başladım, kaldırımları sosyal medyayı süslemekten öte işe yaramayan kampüsün içinde. Geçmiş zaman içinde yaşanmış ve bitmiş bir hadiseden geçmiş zaman içinde yaşanmış bir hayal çıkarmış fakat bitirmeye güç yetirememiştim. Böyle zamanlarda kendiliğinden çıkıp geliveren bazı cümlelerin kabuğunu soyarak kanatmayı çok severim, özellikle düşünecek başka bir şey bulamadığım yürüyüşler sırasında. “Burada ne işim vardı Allah aşkına?” ve “Beni buraya kim getirdi?” sorularını sevmiştim. Bir de üzerine ‘nasıl bir kavganın ortasına düştüğüm’ sorunsalını ekleyince cansız bir fotoğraftan çıkan sanal çekişmenin gerçek hayata yansıması daha bir önem kazanıyordu. Diline dolanan bir şarkının kısa süre sonra önünden geçtiğin terzide çalıyor olmasından öte bir manası var bunun. Kendi yazdığı karakteri öldürdükten sonra diğer odada için için ağlayan yazarın gözyaşlarıyla paralel bir evrende kardeş olabilirler mesela. Fakat bunun bir şizofreni başlangıcı ya da aşırı hayalperestlik olduğu iddialarını mümkün olan en nazik gülüp geçmelerle karşıladığımı da belirtmek zorundayım.
Yıllar yılı bir kapı aralayıp evrenin en ücra köşelerine yolculuk etme hayallerini yastık yapmış bir çocukluğun sonrası olma kısmına gelince, beni kendi başıma bırakma ihtimalinizi henüz çocukken kaybettiğiniz bir varoluş şeklinden bahsettiğimizi bilin isterim. Hele ki nüfus cüzdanınıza fotoğraf konulmasının zorunlu olduğu yılları geçtiyseniz; bu hayal kuşanmış kişiliği kalender görünüşlü mizacınızla örtmeye kalkmayın sakın, kendinizi inkâr etmiş olursunuz. Ayrıca afili cümlelerle süslenilen ‘kendini gizlerken gizlendiğini hafiften belli etme’ oyununun ne kadar itici olduğunu anlatmamı istemeyeceğinizi zannediyorum, mideniz gördüğü hiçbir iğrençlik karşısında alt üst olmayacak bir çöplüğe dönüşmemişse henüz. En naif cümleleri bir araya getirip şiir nehrinden köşe kapmaya nice gecelerini feda eden şair beyefendileri, aslında kibirli olmadıklarını kibirli cümlelerle anlatmaya çırpınırken de gördü bu gözler. Sözüm ona; içlerindeki çocuk ruhu gizlemenin bir yoluymuş, bu, yoldan çıkmanın en yakın tanımı olmaya aday tavırlar.
Hâlbuki şairlik bu büyük kaybedişin adı olmamalıydı. Çevremdeki hemen herkese kepçeyle pay edilip şahsıma bir yudumluk pay düşmemiş olan şairliğin gerçek tanımı biraz da şöyle olmalıydı zannımca. İnsanları kendinde olan ya da olmayan değerlere göre sıralayanları tek sıra halinde karşına dizip gül yaprağıyla sıra dayağı çekmek. Muradın yerine gelirken nezaketten anlamayacak olanların yediği dayaktan da haberi olmamasını sağlamak. O kadar ki; yüzünde beliren tokat izlerini görebilmek için biraz zekâya muhtaç durumunda bırakmak. Evet, şairlik biraz budur zannımca.
İbrahim Halil Aslan
İlk yazı için: Anlamaktan Korktuğum Gerçekler Var
3 Yorum