Görmek anlamında gelen “rü’yet” kökünden türeyen “rüya”, sözlüklerde “uykuda bir şeyler görmek ve uykuda zihinde beliren düşünce ve olaylar” şeklinde tarif edilmektedir. Sufiler, bir bilgi edinme vasıtası olarak gördükleri rüyaya çok önem verir. Hatta İmam Kuşeyri rüyayı bir nevi keramet olarak görüp şöyle der: “Rüyanın hakikati şudur: Rüya kalbe gelen havâtır (manevî hitap) ve zihinde canlandırılan hallerdir. Rüya, uykuda bütün his ve şuur hâllerinin tamamen yok olmadığı bir sırada görülür, insan uykudan uyandığı zaman gördüğü şeyin hakikî rüya olduğunu o zaman kavrar.”
***
Kur’an-ı Kerim’de, Hz. Yusuf’un (a.s.) rüyasında on bir yıldız, güneş ve ayın kendisine secde ettiğini, Hz. İbrahim’in ise rüyasında oğlunu kurban ettiğini gördüklerinden bahsedilir. Ayrıca Peygamberimize de (s.a.v.) ilk vahiy, altı ay süresince salih rüya şeklinde gelmiş ve Efendimiz “Mümin’in rüyası peygamberliğin kırk altı bölümünden birisidir.” (Buhârî) buyurarak vahyin geldiği yirmi üç yılın ilk altı ayına bu şekilde bir atıf yapmıştır. Peygamberimiz rüyalara her zaman önem vermiş, kendi gördüğü rüyaları tabir ettiği gibi sahabelerinin de gördükleri rüyaları tabir etmiştir. Ayrıca Hz. Ebubekir gibi bazı sahabeler, Hz. Peygamberin huzurunda izin alarak kimi rüyaları yorumlamıştır.
***
Abdullah b. Ömer genç yaşlarında şöyle bir rüya görür: “Bir gün rüyamda, iki meleğin beni yakalayıp cehennemin kenarına kadar getirdiklerini gördüm. Cehennemde bazı insanlar vardı. Onları tanıdım. Hemen istiazeye başlayıp üç kere: ‘Ateşten Allah’a sığınırım’ dedim. Derken beni getiren iki meleği üçüncü bir melek karşılayıp, bana: ‘Niye korkuyorsun?’ dedi. Ben bu rüyayı kız kardeşim Hafsa’ya anlattım. Hafsa da Rasulullah’a (s.a.v.), anlatmış. Bu rüyanın tabirine ilişkin Rasulullah: ‘Abdullah ne iyi insan, keşke bir de teheccüt (namazı) kılsa!’ demiş.” (Buhârî)
***
Kaynaklarımızda rüyalar; sadık (salih), nefsani ve şeytani olmak üzere genel olarak üçe ayrılır. Sadık rüyalar Allah Teâlâ’dan müjde hükmünde olan doğru rüyalardır. Bu rüyalar sayesinde gerçekleşecek olaylar hakkında önceden bilgi sahibi olunur. Nefsani rüyalar ise kişinin kendinden kaynaklanan ve ilahi özelliği olmayan rüyalardır. Gün içerisinden yaşanan olaylar, elde edilemeyen arzular ve kişinin zihninde yer eden acılardan vb. kaynaklanan rüyalardır. Şeytani rüyalar ise şeytanın etkisiyle insanın gördüğü hayal ve sanrılardır. Nefsani ve şeytani rüyalara Kur’an-ı Kerim’de “adgâsu ahlâm” denmekte olup hiçbir anlamı olmayan karmakarışık hayaller anlamına gelir. Peygamber Efendimiz, “Rüya Allah’tandır, hulum ise şeytandandır. Biriniz hoşlanmadığı bir rüya görürse sol tarafında üç kez üflesin ve rüyanın kötü etkisinden Allah’a sığınsın. Böyle yaparsa o rüya kendisine zarar veremez” (Buhârî) buyurarak nefsani ve şeytani rüyalar görüldüğünde Allah’a sığınmak gerektiğini hatırlatmıştır.
***
İmam Gazâlî, rüya görülmesini şöyle açıklar: “İnsan uyuduğu zaman kalbin duyu organlarıyla ilgisi kesilir, levh-i mahfuz ile kalp arasındaki perde ise kalkar, böylece levh-i mahfuzdaki bazı bilgiler kalbe yansır; hayal gücü bu bilgileri sembollerle alarak korur, insan uyandığında ancak hayalindeki sembolleri hatırlar.”
***
Fahreddin Razî ise rüya konusuna şöyle açıklık getirir: “Yüce Allah insan ruhunu madde ötesi âleme çıkabilecek, levh-i mahfuzu okuyabilecek yetenekte yaratmıştır. Ancak ruhun bedenle ilgisi buna engel olmaktadır. Uyku halinde ruhun bedenle ilgisi azaldığından levh-i mahfuzu okuma gücü artar. Ruhun orada gördükleri, insanın muhayyilesinde kendine özgü izler bırakır. Bu izler insanın hayal yetisi ötesindeki bir gerçeği yani levh-i mahfuzdaki bilgiyi gösterir ki rüyanın asıl işaret ettiği şey budur.”
***
Rüyalar son derece açık ve anlaşılır olabileceği gibi, karışık ve tabire muhtaç olarak da görülebilir. Allah’tan gelen rüyalar açık ve anlaşılır olup tabire gerek duymaz. Melekten gelen rüyalar ise tabire ihtiyaç duyar. Nefis ve şeytandan kaynaklanan rüyalar son derece karışık olup batıldır. Görülen rüyalar, sadece rüya ilmine vakıf, feraset ve basiret sahibi kişilere tabir ettirilmelidir. Kur’an-ı Kerim’de, Hz. Yusuf’a tabir ilminin verildiğinden bahsedilir.
***
Ehli tasavvuf, rüyayı bir bilgi edinme vasıtası gördüğü için önem vermiş ve ruhun latifleştikçe sadık rüya görebileceğini belirtir. Kişi nefsini terbiye ettikçe Allah’a yaklaşır ve böylece kalbi Allah’ın mevhibelerine açık hale gelir. İmam Gazâlî hazretleri, Peygamber Efendimizden sonra vahiy gelmeyeceğinden gayb âlemi ile irtibatın rüya ile kurulduğunu belirtir. Bu konuda da şu hadis-i şerifi kendine kaynak alır: “Benden sonra, peygamberlikten sadece mübeşşirat (müjdeciler) kalacaktır!” Yanındakiler sordu: “Mübeşşirat da nedir?” “Salih rüyadır!” diye cevap verdi.” “Salih rüyayı salih kişi görür veya ona gösterilir.” (Buhârî, Muvatta)
Sulhi Ceylan
1 Yorum