Mark Twain, bütün ömrü boyunca depresif, neşesiz ve melankolik bir hayat sürentuhaf bir adamdı. Nicola Tesla ile olan arkadaşlığı her zaman onu kıskanmama neden olmuştur. Zira Tesla, bana göre 20. yüzyılın en büyük kâşifiydi, hem de hiç tartışmasız. İnsanlardan, özellikle de kadınlardan köşe bucak kaçan, yalnızlığı çok seven, çevresindekileri belli bir mesafeye kadar kendisine yaklaştıran bu adamın görüştüğü ender kişilerden bir tanesi de Mark Twain idi. Öldüğü güne kadar ağzından hiç puro düşürmeyen bu adam günde 40 tane puro içermiş. Hatta ağzında puroyla uyuya kaldığı zamanlar da olurmuş. İşin tuhaf tarafı şu ki, biz bir şeye aşırı düşkünlük gösterdiğimizde onu en iyi taraflarıyla yapmaya çalışırız. Neticede bu bir zevk ya da bir keyif işiyse, iyisini yapmalıyız. Ama Twain bizim gibi değil, o puro içmeye bayılsa da kaliteli purolar içmezmiş. Bulabildiği en ucuz puroları alıp onları içermiş. Onu ziyarete gelen misafirleri, “olur da bize de o kötü, adi purolardan ikram eder” diye kendi purolarını yanlarında getirirlermiş.
Bazen bu takıntısından kurtulmayı düşünen Twain, tütünü bırakmayı demeyi de ihmal etmemiş. Ancak bu çok da kolay bir iş değil. Fakat ona soracak olsanız dünyanın en kolay işi tütünü bırakmaktır. Çünkü bunu bin kere yapmıştır. Bir keresinde dostlarına “Tütün içmeyi bırakmak dünyanın en kolay işi. Benden iyi kim bilir? Şimdiye kadar bin defa bıraktım.” der. 30 Kasım 1835’de Halley Kuyruklu Yıldızı’nın görüldüğü gün doğan Twain, yıldız yeniden döndüğünde öleceğini düşünürmüş. Bu konuda söylediği rivayet edilen şöyle bir cümlesini de şuraya iliştireyim: “Dünyaya Halley Kuyruklu Yıldızı’yla birlikte geldim. Seneye Halley yine geliyor ve ben de onunla birlikte gideceğimi düşünüyorum. Halley Kuyruklu Yıldızı’yla birlikte gitmezsem, hayatımın en büyük hüsranını yaşarım. Yüce Yaratıcı şüphesiz ‘İşte iki ucube; birlikte geldiler, birlikte gitmeliler.’ demiştir.”
Sonra ne mi olmuş,Mark Twain, Nostradamus’u kıskandıracak bir öngörüde bulunmuş ve bunda da yanılmamış. Kuyruklu yıldız Halley’in döndüğü 21 Nisan 1910 gününde ölmüş.
***
Twain’i anlatırken “Ömrü boyunca depresif, neşesiz ve melankolik bir hayat sürdüren tuhaf bir adamdı.” demiştim. Bu doğru, ama onun bir ilginç özelliği de bugün bildiğimiz anlamda stand-up gösterilerini dünyada ilk kez uygulayan kişi olmasıdır. Bu kadar farklı bir ruh halinin bir bünyede durmasını nasıl izah edersin diye soracak olsanız cevabım çok basit olurdu: “İzah edemem azizim.” Zira bu durumu Mark Twain’in kendisi de izah edemezdi. Yazdığı eserlerinden para kazanan Twain, bu paraları değerlendirmek için o dönem yapılan icatlarla ilgilenip onlara büyük paralar yatırmış ama her defasında da aldatılmış. Düşünün, en yakın arkadaşınız Nikola Tesla olacak ve siz sahte buluşlara para kaptırıp hep iflas edeceksiniz. Şimdi bunu nasıl izah edebiliriz ki? Kaldı ki Twain’in kendisi de bunu izah edememiş.
Bu tarz deli dolu diyebileceğim insanlar en olmadık işe yatırım yaparlar, en olmadık şeyleri denerler. O dönemde evine telefon taktıran ilk insanlardan bir tanesi olan Twain, saçma sapan icatlara yatırım yaparken ne Tesla’ya danışmış ne de evinde kullandığı telefona yatırım yapma imkânı varken bunu yapmış. Daktiloyla yazılmış olarak yayınevine teslim edilen ilk kitap da Mark Twain’e aitti: 1883’te basılan “Mississippi’de Yaşam” kitabı. Her şey bu kadarla da bitmiyor, Twain’in kendi kendine geliştirdiği bir de diyeti vardı. Ona göre “Azıcık aç kalmanın ortalama bir hastaya, dünyanın en iyi ilacından ya da doktorundan daha büyük yarar’ sağlardı. Bu sıra dışı adam, izleyicilerin arasında Kraliçe Birinci Elizabeth’in bulunduğu bir toplantıda yellenmek üzerine uzun bir konuşma da yapmış.
Neticede yazar olmak ve iyi şeyler yazıp edebiyat dünyasında bir iz bırakmak için ne Shakespeare gibi tefecilik yapmalı, ne Tolstoy gibi günahın her türlüsüne bulaşmalı, ne de Twain gibi saçma sapan icatlara para yatırmalı. İyi yazıyorsanız, iyi yazarsınız. Bunun için soylu, asil ya da zengin olmanız gerekmez. Eğer iyi yazamıyorsanız, unutmayın ki yazmak zorunda değilsiniz, o zaman iyi okuyun, iyi bir okur olun, bence bu da çok önemli bir şeydir. Herkes yazarsa, kim okur?
Kızıl derililerin dediği gibi : “Reis çok, Apaçi yok! O zaman kim savaşacak?”
Davut Bayraklı
2 Yorum