Paranoyak Bir Kesit

 

İçimdeki sebepsiz mutsuzlukların dorukta olduğu bir gün… Evden çıkmak için dakikalarca süren hazırlıklarım nihayet sona eriyor. İçime sinmesi için birkaç kez daha aynaya baktıktan sonra çıkıyorum evden.

9.kata çağırdığım asansör 14. Kattan iniyor aşağıya ve muhtemelen biri var içerisinde. Hemen o en sevdiğim yüz ifadesini takınıyorum: Vakar bir duruş, tek kaş hafif yukarda. Öğrenci olduğumu belli etmek için kitaplarım biraz daha ön planda. Asansörde var olduğunu düşündüğüm kişi ile konuşmam gerekebilir. Küçük ve hızlı  bir öksürükle boğazımı temizliyorum. 12,11,10.. Benim katıma gelen asansörün orta kısmındaki puslu cam şeritten  gördüğüm karartı boşuna hazırlanmadığımın müjdesini veriyor. Bakışlarımı biraz sonra yavaşça yukarı kaldırmak için yere odaklıyorum. Kendimden emin, hazır bir şekilde açıyorum asansörü. Önceden hazırladığım gözlerimi yavaşça yukarı kaldırıyorum.  Gözlerimi yukarı kaldırmakla yüreğimin ağzıma gelmesi bir oluyor. Asansörde 65-70 yaşlarında gözlerinin altı mosmor, bembeyaz yüzlü –ki o an ayakta duran bir ceset olduğunu düşündüm- muhtemelen Pazar alış verişine giden bir teyze var. Hayal kırıklığımı bastıran korkuyla asansöre geçip bir köşeye siniyorum.

Asansörden ve apartmandan teyzeye öncelik vererek çıkma işlemi sona erdikten sonra durağa yöneliyorum. Az önceki hayal kırıklığım ve korkumdan eser yok. Duraktaki billboarda sağ omzumu yaslıyorum. Ellerim cebimde, kulaklığımın birini takıyor diğerini boynumdan aşağı sallandırıyorum. Ağzımdaki küçücük sakızı ağır ağır çiğneme işlemlerim yine istediğim görüntüyü yakalamamı sağlıyor. Her Gün bindiğim otobüse  bugünde “araba sanayide bugünlük otobüsle idare  edeceğiz” edası ile biniyorum. İşte o en sevdiğim an. Şu anda üzerimdeki bakışları hiç fark etmemişçesine ağzımdaki sakızı ön dişlerime alarak oturacağım yeri seçiyorum. Her ne kadar yola bakıyormuş gibi yapsam da yan tarafta oturan kişinin beni çok ‘cool’ bulduğunun ve açıkçası beni kıskandığının farkındayım. Yüzüne bakmaya bile tenezzül etmeden kafamı cama çeviriyorum. Durduğumuz duraklarda otobüse binenlerin akbil sesleri dikkatimi çekip yüzlerine bakmama sebep olsa da, çok önemli olmadıklarını belirtmek için gözlerimi önemsemez bir ifadeyle çeviriyorum. Yarım saatlik yolculuğumuz sona eriyor. Bu da en sevdiğim sahnelerden birisi. Durakta bulunan seyircilerin gözleri önünde dizlerimi kırıp hafif sekerek iniyorum otobüsten.

Dersin başlamasına daha bir saat var, bilerek erken geldim. Bu süreç içerisinde üzerimdeki bu yeni kıyafetler ile  kampüs içindeki birkaç kafede bir şeyler içmem gerekiyor. Ağzımdaki sakızın tadı çoktan kaçmış olsa da ondan vazgeçmiyorum. En yakınımdaki kafeye geçiyorum. Bir kahve ve bir gazetenin işimi göreceğini biliyorum. Gazetenin aktüalite kısmını açıp kahvemi olabilecek en güzel şekilde tutuyorum. Acaba dünyada kaç kişi çay-kahve sevmediği halde benim kadar çok tüketiyor? Niye böyle yapıyorum?  İçimde ara ara konuşan bu yumuşak ses çok geçmeden susuyor. Yan masada oturan bir grup son çıkan filmlerden konuşuyor. Bir filmin yönetmeninin imza attığı diğer başarılardan söz edenin sesi tahammül edilecek gibi değil. Şu an yanımda konuşacak biri olsaydı daha güzel ses tonumla onun şu an ki kendini beğenmişliğinin cezasını verebilirdim, ama yok, genellikle olmuyor da. İnsanlar, onların hayata karşı her türlü şanslarını azalttığım için beni arkadaş olarak tercih etmiyorlar.

Şimdiki durağım başka bir kafe. Geldiğim bu ikinci kafe oldukça kalabalık. İçeri girip de oturacak yer bulamayarak ayakta kalma riskini ve tabii bununla gelen rezilliği düşünerek planımı değiştiriyorum. Sanki  “onu” bulunca ağzını burnunu dağıtacakmışçasına bir ifadeyle kafeyi gözlerimle tarıyorum. Burada da “olmadığı” için hafif sinirli bir yüzle iki aylık cep telefonumu çıkarıp kulağıma dayayarak hemen oradan uzaklaşıyorum. Yolda giderken bana o an gönlünü kaptıranları düşünmek, onlar için üzülmeme sebep olsa da yapabileceğim çok fazla bir şey yok. Saatime bakıp, dersin başlamasına on beş dakika olduğunu öğrenir öğrenmez adımlarımı hızlandırıyorum.

İki haftadır uğramadığım bu derse şimdi de girmesem çok bir şey kaybetmeyeceğimi biliyorum; ama yine de fakülteye uğramakta fayda olacağını düşünerek yolumu değiştirmiyorum. Binanın merdivenlerinden çıkarken sağ tarafımdakilerin bakışlarının ağırlığı ve hayranlığı hissedebiliyorum. Aralarından ikisinin şu an oldukça pahalıya aldığım ayakkabılarım hakkında konuştuklarından eminim. Bölümün podyum gibi koridorlarında yeterince boy gösterdikten sonra, bugünlük de dersi asarak çıkıyorum okuldan. O harika surat ifademle birlikte yürürken telefonum çalıyor. Şu an ders saati olduğuna göre memleketten arayan anneme sonra dönerim düşüncesi ile telefonumu sessize alıyorum. Evet. Tarafımca fethedilmeyi bekleyen bir kampüs var.

 

Eda Turan

DİĞER YAZILAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir