Rivayete göre Korsikalı Napolyon Bonapart kendisine sorulan “Bir savaşı kazanmak için ne gerekir?” sorusuna kısa cevap verir “Para, para, para!”. Tarihin gördüğü sıra dışı bir lider ve başarılı bir komutan olan Napolyon için elbette paranın anlamı savaş kazandırmaktan çok daha farklıydı. Çünkü Napolyon için asıl amaç krallığını dünyanın her tarafına yaymaktı. Ancak bu amaç için savaşlara girmesi, girdiği savaşları da kazanması gerekiyordu. Fakat savaş kazanmak için de güçlü bir ekonomi şarttı ve ekonominin gücünü belirleyen şey de paraydı.
Hayatı iniş çıkışlarla geçen ve sonunda bir adada yalnız başına son nefesini veren Napolyon’un kişisel hikâyesi kadar icat edildiği günden bugüne insanoğlunun başına bela olan paranın tarihî serüveni de ilginçtir. İnsanoğlu henüz metal ya da kâğıt paralarla tanışmadan önce bu ihtiyacını takas yöntemiyle gideriyordu. Ancak takas yapılacak eşyaların ya da malzemelerin devamlı yanında taşınma zorunluluğu, daha kolay ve pratik bir araç arayışına neden oldu. Sümerlerde bir dönem “arpa para” sistemi vardı. Bu sistemde arpa para olarak kullanılıyordu. Ancak arpa kullanmanın da bazı zorlukları mevcuttu. Arpa gıda malzemesi olmanın yanında nasıl depolanacak, nasıl taşınacak ve nasıl korunacaktı? İşte bu ve benzeri sorunlar nedeniyle arpa paranın ömrü çok uzun olmadı.
Sümerlerden daha pratik bir çözümü Lidyalılar buldu. Hepimizin bildiği o madeni paralar Lidyalıların eseriydi yani. Ama burada da bir sorun vardı! Madeni paraların çok oluşu beraberinde bir ağırlığı da getiriyordu. Çok para demek, ağır yük demek oluyordu aynı zamanda. Derken devreye Uzak Doğu’dan çekik gözlü, sarı derili bir halk girdi. Çinliler, madeni paraların ağırlık problemini deri para üreterek ortadan kaldırdı. Ama bu kez de deri ile ilgili sorunlar çıktı. Çünkü deri pahalıydı ve bu kadar çok deriyi bir anda bulmak sorundu. En azından o dönem için bu uygulama da çok pratik gelmedi devrin insanına. Baktılar ki deri maliyetli “neden bunu bir de kâğıt üzerine basarak denemiyoruz?” dediler ve böylece kâğıt para Uzak Doğu’dan Avrupa’ya doğru yolculuğuna başlamış oldu.
Avrupa kâğıt parayla meşgul olurken Osmanlı Devleti ilk başlarda hiç oralı olmadı. Ancak aradan geçen 6 asır sonra Osmanlı da kâğıt para işine girdi. Osmanlı’nın ilk kâğıt paraları tam olarak para sayılmazdı bunlar bir nevi borç kâğıtları ya da senetleri diyebileceğimiz şeylerdi ve “kaime” olarak adlandırılıyordu. Kaime, “yerine geçen” demekti ve bu kâğıt kaimeler altın yerine geçiyordu. İşin en basit anlatımı ve mantığı da bu zaten. Her zaman yanınızda altın taşımamanız için onun yerine kaim olacak bir kâğıt bulunduruyorsunuz.
Kâğıt paralarda da taklit edilme ya da sahtesinin üretilmesi sorunu olduğu için bu işe bir çözüm üretmek gerekiyordu. Osmanlı da padişahın mührü ile bu sorunu halletmişti. Kâğıt kaimelere padişahın mührü basılıyor ve böylece mühürlü kaimelerin gerçek para olduğu anlaşılıyordu. Ancak tüm tedbirlere rağmen paranın sahtesini engellemek mümkün olmadı ve Osmanlı’da 1842’den sonra paranın elde basılmasından vazgeçildi. Böylece paranın matbaada basılma serüveni de resmen başlamış oldu.
Bu arada tarihten ilginç bir anekdot da rivayet edelim ki Napolyon’un meşhur vecizesini unutturmamış olalım. Birinci dünya savaşından sonra Osmanlı tahtına çıkan Sultan Vahdeddin zamanında İngilizler, Osmanlı devletinin ekonomik olarak kötü gidişini daha da hızlandırmak ve mümkünse çöküşü başlatmak için Vahdeddin döneminin “10” liralarını sahte olarak basıp uçaklarla her tarafa atarak halka dağıttılar. Çöküş döneminde olan Osmanlı devleti için bu durum ekonomik kriz ve enflasyon demekti. İşte bu tarihî anekdot ile yine görüyoruz ki para sadece alışveriş için kullanılan basit bir ticari meta ya da araç değil. Mesela savaş dönemlerinde para, tank gibi, top, askeri mühimmat gibi bir savaş aracıdır ve en az onlar kadar da etkilidir. Belki de bu nedenle Napolyon Bonapart kendisine sorulan “Bir savaşı kazanmak için ne gereklidir?” sorusuna para diye cevap vermiştir. Bugünün modern dünyası ve bu dünyanın insanı da Napolyon gibi üç defa tekrar etmese de parayı “Her kapıyı açan anahtar!” olarak görmekte.
Neticede araçların amaca dönüşmesi insan ruhunu eriten bir kezzap etkisi gösterir. İnsanların ihtiyaçlarını karşılamada pratik bir yol olarak icat edilen paranın zaman içinde araç olmaktan çıkıp amaç haline gelmesi bir manada “dünya” ve “dinar” kelimelerinin anlamını da tarihin hiçbir döneminde olmadığı kadar birbirine yaklaştırdı diyebiliriz.
Davut Bayraklı