“ortam şiire acaip müsait efendimiz”

Küçüklüğümde hatırladığım en janjanlı çikolata napolitendi. Hâlâ da bir klasiktir sevenlerine. Hani şu kırmızı -ki o kırmızı ambalaj ufak bir kalp çarpıntısıdır, çocuk bakışları canevinden vurur- kutusu çekmeceli olan. Madak şiiri neden 33 g napolitene benzeyecekmiş, çiçeğe, böceğe, pekâlâ yerinde öttürülmüş bir düdüğe de benzer diyebilirsiniz. Kendisi de bir şiirinde der zaten “Düdüğüz biz, düdük, valla billa!” Sadece, benim havsalamda napolitenle ikisi aynı düzleme düşer. Didem Madak, çocuksu bakışlardan ayrı düşünebileceğimiz bir şair değildir çünkü. Bunu anlamak için de ona azıcık kulak vermemiz yeterlidir. Ben bir şiir eleştirmeni değilim ama büyümemişliğin verdiği masumlukla derdini anlatan Madak’ı kalbi olan herkes sevecektir.

Annesi Füsun’u kaybettiğinde henüz bir çocuk olmasından mı acaba hiç büyüyememesi diye düşünürdüm. Annesizlik ciddi bir kalakalmaktır, malum. Ama onu okudukça şiirlerindeki haşarılığın bilinçli bir kaçış olduğunu gördüm. Bora Aras ile yaptığı bir söyleşisinde diyor ki: “Bazen kendimi korumak için sevimli bir kirpi gibi davranıyorum ama dikenlerim en çok bana batıyor.”

Dünya, İsviçreli bilim adamlarına göre döndükçe genişleyen, büyüyen, Madak’a göre ise büyüdükçe çirkinleşen bir küreydi. Bunu anlamış ve büyümeye dair her şeyi rafa kaldırmıştı. Bunca isin-pisin arasında o da mücadelesini bu şekilde vermeyi seçmişti. “lambasını dünyanın en bi tavanına asmış” biraz kadın biraz çocuk bakışlarla etrafını seyretmişti. Hayret ettiği şeyi ayıp olur mu endişesi taşımayan bir çocuk gibi işaret parmağıyla göstermiş, merak edip aramış, anladıkları karşısında bazen sakinlemiş bazen de sinirlenmişti. Belki bir duaya belki de kendi kendine söylenmelerine benzeyen şiirini okuduğumuzda anlayışla başımızı sallamak ihtiyacı duymamız da bundan galiba. Sözleri eğip bükmeden konuştu. Mızmızlandı, kahkaha attı, birçok şeye birçok kez kırıldı ama küs kalmayı da beceremedi. Çoğu zaman farklı yönleriyle kendi hayatını yazdı şiirlerine. 2001 yılında Varlık dergisinde yayımlanmış bir söyleşisinde kendi şiirini kısaca şöyle anlatıyor:

Benim şiirimi şiir yapan şey hatalarım, kusurlarım ve beceriksizliğimdir. Saman alevi gibi parlayıp sönen imgelerdir. Okuduklarında şöyle düşünecekler: bu şiir değil ama nedense yine de şiir.”

Tepkisiz kalamaması, illa ki kızması, dostu Müjde Bilir’e dediği gibi “durup dururken bağıran şiirler” yazması da kadınlığının bir gereğiydi. Tabiî ki huysuzlandığı da oluyordu. Ama genellikle karşımızda, kavga çıkarmaya çalışan değil, tatlı tatlı konuşan, bu konuşmasının altında da kimi zaman alaycı, çoğu zamansa kırgın duran bir kadının sesi vardı. Ve bence en güzel yanı, bu kırgınlığıyla bile barışık kalabilmesiydi. “Ne zaman yazmaktan kaçsa banyoyu kireç çözücüye bulayan” Madak, kadınlığının getirisi hislerini, sözcüklerini, depresyonlarını da anlatmıştı şiirinde. Ki kadınların her zaman anlatacak bir şeyleri vardır. Madak da bunu kendi sesiyle, şairâne yapıvermişti.

“sonunda kendime ait bir acısavar dili bulmuştum
buna kırmızı tırtıl dili bile diyebilirdiniz”

Kırgınlığı çok küçük yaşta yaşadığı anne kaybıyla mı başlamıştır, öncesi var mıdır bilemiyoruz. Ama annesi gibi erken yaşta dünyaya gözlerini yumması ve kızı Füsun’u henüz 3 yaşındayken bırakıp gitmesiyle sanki o kırgınlığı kızına da vasiyet etmiş gibidir. Füsun’un Didem’i ve Didem’in Füsun’u. Kızı doğduktan sonra şiir yazmadığı söylenir. Ben anne Madak’ın şiirlerini de okumak isterdim.

“erken öleceğini biliyordum bana bırakmak için
bu acımasız ölü anne sesini”

Aklıma geldikçe gülümsediğim, sonra da aslında buna ağlasak ya dediğim bir dizesi var Didem Madak’ın: “mahallemizde bütün talih kuşları kuş gribi olmuştu” Hatta onu özetleyen bir dize bile diyebilirim. Kuşlara inanmaktan hiç vazgeçmedim Bay Keltoş. Fakat hayat işte… der gibi sanki.

Bodrum katındaki dairesinde şiirler yazdığı yıllarda Didem Madak da çikolata yer dururmuş. Ben de napolitenim bitmeyecek sanıyorum her seferinde. 8 minik, kırmızı ambalajlı çikolata. Ama sonlu işte, bitmese deyip dursak da. Yazdığı son şiir olan 128 dikişli şiir’de “hiç borcu olmamış şiirler/ ve bu yüzden çok acıyan şiirler” der. Üstüne laf söyleyesi gelmiyor insanın. Bir kez daha sevgiyle hatırlandınız Didem Hanım.

 

Şeyda Arslan

 

DİĞER YAZILAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir