Yazgısı, suya yazı yazmak olanların hikâyesini anlattı Hale Sungur.
***
Bir nefesi değdi gecenin en koyu yerine. Dua olup döküldü dilinden. “Kızım!” dedi… Baktığı pencerenin camında kayıp kızının silueti belirmişti yine.
İlk günler büyük bir umutla kollara bölünüp aramıştı cümle âlem. “Gönül meselesidir belki” dediler. “Hayır” dedi , “O daha çocuk! On iki yaşında imkânı yok iz bırakmadan, dikkat çekmeden kaçıp gitmesine.” Etrafını çok iyi biliyor, civar köylerde yaşayan yazlıkçıları bile tanıyorken, yolunu izini ezbere bildiği bu yerde kızının ortadan kaybolmasını bir türlü kabullenemiyordu. Tam on üç sene! On üç senedir bütün uykuları, duaları, rüyaları tek amaca kilitlenmişti sanki. Bir akşamüzeri yazlıklarının önünden ayağında terlikleriyle kaybolmuştu kızı. Bir ayak izi, elbiselerinden bir parça, belki geçerken bir ağaca takılmıştır da saçından iki tel kalmıştır umuduyla bütün dağı taşı karış karış aramıştı. Jandarmalar, sivil yardım kuruluşları aylarca köyün civarında kamp kurup kovuğuna bakılmadık ağaç, altına bakılmadık taş bırakmamışlardı ama yok!
Arayanın bildiğidir; dağın, taşın, ağaçların hatta küçük çalılıkların bile dile geldiği…
Sıra dağların söylediğidir: Biz ki koynumuzda cengâverler saklarız, bazı geceler pir nur olur buralar ama kimse görmez, bakanlardan başka. Şu gördüğün kayalar var ya, onları anlatayım sana. İki âşık vardı komşu köylerden, “Köylerimize su gelsin diye iki büyük ark açarsanız olur ancak bu iş” dedi köyün ileri gelenleri. İki genç birinde kazma birinde kürek, köylerinin suyolunu açmak için çabalayıp durdular günlerce. Tek kazma tek kürek. Kürek lazım olunca seslenirdi sevdiğine karşı tepeden oğlan, kız küreği atardı. O kadar mesafeden olur mu deme, olur! Ark bittiği zaman hiçbir engel kalmayacak, kavuşacaklardı birbirlerine… Böyle aylarca uğraşıp çalışmalarının sonuna yaklaştıkları zaman kız seslendi “kazma” diye, oğlan attı kazmayı. Aksilik bu ya, ileri fırladı kız, o anda başına isabet etti kazma. Anında yumdu gözlerini hayata. Oğlan deli divane koştu karşı tepeden bastı bağrına sevdiceğini; “Allah’ım, şuracıkta taş et bizi! Biz ki kudretini sınadık bileğimizin gücüne güvenip de!” dedi. Oracıkta duası kabul oldu. Sıra dağların söylediğidir: Onlar iki âşıktır aslında taş değil. Lakin benden gayrısı bilmez bunu. Dünya kurulalı beri çok gün gördüm ama görmedim senin kızını, onu burada arama!
Büyük kayaların söylediğidir: Biz ki, heybetimizle bakanın içine korku, sığınanın içine güven veririz. Eşkıyalar kıymıştı bir yiğide, üç gün üç gece ne arayan oldu ne soran. Ağır yaralıydı sığındı bize. Bulduklarında sırtını kayalığa yaslayıp uyumuş sandılar. Herkes bir kayaya yaslanıp ölmeyi ister bu hayatta. Ama oyuklarımızda yok senin kızın. Onu burada arama!
Ağaçların söylediğidir: Biz ki, bizi söylemeye hacet yok. Endamımızı izlemek bile ne büyük bir nimettir bakmasını bilirsen! Yemişlerimiz, rayihalarımız farklı farklıdır. Kartallar yuva yapar doruklarda olanlarımıza. En küçüğümüz bile bir canlıya mesken olur mutlaka.
Çalılıkların söylediğidir: Bir avcı, dizine kadar kara bata çıka, avının peşinden saatlerce dolaşıp, tavşan bana sığındığında, arkadan yaklaşıp ıskalama ihtimali olmadan avlayabilecekken avlamaz. Olmaz! Avın hakları avcılığın da raconu vardır. İlkin el çırpar duymadı mı tavşan, ayaklarını yere vurup patırtı gürültü çıkarır. En az üç kere yapar bunu. Tavşan kaçarken avcının nasibine düşerse avlanır ancak. İnsanlar biliriz avlayacağı hayvana bile merhametli, insanlar da biliriz vahşi hayvanlardan daha merhametsiz. Ama ne iyisiyle ne kötüsüyle görmedik senin kızını. Onu burada arama!
Akarsuların söylediğidir: Böyle çağlayıp akarız biz, hele de baharda kar sularıyla iyice coşup ne var ne yok katarız önümüze. Bir keresinde düşmüştü taze bir gelin, günler sonra buldular elbisesinin parçalarını kaç kilometre aşağılarda. Yazgısına su düşer bazılarının, bazılarının yazgısı suya düşer. Ömrü suya yazı yazmaktır aslında hepsinin! Ama görmedik senin kızını ne geçerken, ne de eğilip su içerken. Onu burada arama!
Kuşların söylediğidir: Pençelerimle, gürbüz oğlan çocuklarını kavrayıp uçurabilirim dağ tepe. Gözlerimin gücü de pençelerim kadar azametlidir aslında. Karanlık gecede kara taş üstünde kara yılanları görüp seçebilirim tek bakışla. Bazısı dedi: Biz haber götürüp getiririz, rotamız bellidir, şaşmayız hiç. Gördüklerimizi unutmamak bizim işimiz. Ama görmedik senin kızını. Onu bizden sorma!
Yıldızların söylediğidir: Alnında yazar insanın yazgısı, başını göğe değdirmesi için alnını çevirirse göklere, yazgısının yansımasını görür arşın yüzünde. Okumasını bilirsen tek tek burçlar yol olup yazgısının mazisini derceder insanın içine tek solukta. Bizim bildiğimiz mazidir. Gaybden haber yok kimsede! Kızının bilgisi düştü payımıza ama ruhsatı saklıdır bizden. O yüzden onu bizden sorma!
Cifircilerin söylediğidir: İsmi neydi? Hatice. Senin ismin nedir? Feride. Alt alta yazdılar, ha= 8, te= 400, cim= 3, fe=80, ra=200, dal=4… Hesaplarını yapıp toplanması gerekeni, eklenmesi gerekeni sayıp, çıkarıp söylediler: Ne ölüsünü gördük ne dirisini, gaybı Allah bilir ancak. Onu bizden sorma!
Arayanın söylediğidir: Lâyık değildim, lâyık gördün de annesi oldum. Arayacak değildim, kaybettim de arayan oldum. Kaybettiğim benim değildi hiç bir zaman. Benim olmayanı benim sandım da aradım!
Arayanın bulduğudur: Dünya hayatının görünen kısmında yalnızdı insan. Sevdiği evladı aslında Rabbinin nazenin bir hediyesiydi. Gaiplere karıştıysa sitem etmenin faydası yok. Kim ölülerin mezarlarında boylu boyunca yapayalnız yattığına inanmak ister. Allah’a inan hiç kimse buna inanmaz! Ölüleri bile unutmayan, onun kızını da yalnız bırakmaz. İnsan yaratılalı beri hiçbir an yalnız değildi.
Ölümün, yalnızlık elbisesinden soyunmaktan başka bir şey olmadığını anlamak için ölümün kıyısında gezinmek gerekiyordu belki de.
Hale Sungur