Abdullah Karaca ölüme saklanmış.
***
‘Ölüm ona yakışmadı’ diyordu haber bültenlerini sunan kadın. Son dakika bantları televizyonların kenarlarını süslüyor, canlı bağlantılar birbirini takip ediyordu. Rahmetlinin geçmişi yâd ediliyor, yayına bağlanan herkes kendisiyle eski ahbap olduğundan dem vuruyordu. Hoş anılar canlandırılıyor, şen ve matrak mazilerin tozları kaldırılıyordu. Büyük bir ustayı kaybettik söylemleri melül bakışların âdeta dili oluyordu. Ardından bitmek bilmeyen övgüler, methiyeler uzun uzun diziliyordu.
O nerde? Nerede şimdi o? Temennilerden ve beklentilerden öte iyi yerlerde mi gerçekten? Allah bilir…
Bilmezler ki hafakanlarla ruhunu jiletlemiş, dünyanın sahte, şekerli ballarıyla ağzının tadını bozmuş insan için en harika şey koyu bir sadelik.
Nietzsche ne güzel demiş; bugün artık kimse ölümcül hakikatlerden ölmüyor; çok fazla panzehir var.
Bu kadar korkmayın ölümden. İnanan için kabir, cennetten bir bahçedir. Orada dertler, tasalar olmaz. Hepsini kovuyoruz meleklerle çünkü dışarı. Bizler kendi yer altı şehirlerimizde akşam güneş batıncaya dek oyunlar oynayacağız. Saklambaçlarımızda en gizli, en kuytu yerlere saklanıp kurnazlığımızla övüneceğiz. Yakar top oyunuyla ivediliğimizi konuşturacağız. Dokuztaş oyunuyla taşlar dizilmeden, ebeliğin coşkusuyla herkesi tarumar edeceğiz. Uğurlu misketimizle mahallenin çocuklarından tüm intikamımızı alacağız.
İnanan için ölüm; sıkıcı derslerin sonunda kantine hunharca koşan çocukların beklediği o teneffüs zilidir.
Böylesine muhteşem bir şey işte ölüm!
Size bir müjde vereyim mi: Hepimiz bir gün öleceğiz…