Günlerden bir gün can sıkıntısından okulun koridorlarında dolanırken hocalarımdan birinin kapısını çaldım. Selam sabah, çay kahve, tarih-edebiyat dedikodusu derken sohbet ciddi bir hal almaya başladı. Hocama, tarih hakkındaki endişelerimi ve şüphelerimi anlattım. Çok önemli bir hadiseye değindiğimi fark edince biraz da heyecanlandım. Metodolojide bahsi geçen tarihin kaynaklarıyla alakalı bir mevzuydu bu. Kaynakların bize tarihi gerçekliği vermeyeceğini hatta tarihi gerçekler diye bir şeyin yalnızca yanılsama olduğu fikrini bıraktım masasına. Masasına bıraktığım fikirler üzerinde hocamın gözlerinden maksadını anlayamadığım bakışlar geziniyordu. Hemencecik bu fikrimi destekleme telaşı içine düştüm. Yardımıma İngiliz kraliçesi Elizabeth’le yakın markajı koruyan, İngiltere’yi tütünle tanıştırmış ve birçok yönü olduğu gibi bu yönleri yüzünden idama yollanarak hayat defterini teslim etmiş Walter Raleigh’ın (1552-1618) koşa koşa geldiğini gördüm.
Walter Raleigh’ın dünya tarihi yazma girişiminin nasıl hüsranla sonuçlandığını zihnimde canlandırdım. Olay şöyle olmuş; Walter Raleigh bir yolculuğu sırasında kavgaya tesadüf ediyor. Olayın sıcaklığı üzerine kavganın nedenini merak ediyor ve en yakın şahidin yanına giderek olayın nasıl cereyan ettiğini soruyor. Cevabı dinlerken arkadan başka biri müsaade istiyor ve olayın öyle değil şöyle olduğunu anlatmaya başlıyor. Tam o sırada bir başkası da konuya giriyor ve diğer ikisinin aksine şeyler mırıldanıyor. Bu durum karşısında şair gezginimiz Walter Raleigh yavaş yavaş oradan uzaklaşıyor ve henüz birinci cildini piyasaya sürdüğü dünya tarihi çalışmasına son veriyor. Sebebi belli, “Basit bir kavganın bile nasıl gerçekleştiğini tespit edemiyorsak, bizden öncesini bulmak, samanlıkta kaybolduğunu sandığımız iğneyi aramaktan başka bir şey olmayacaktır.”
Hocamın ne düşündüğünü tam kestiremediğimden ve ters bir duruma düşmeyi de göze alamadığımdan hemen bir örnek daha anlattım. Falan üniversiteden filanca hoca, dersin ortasında öğrencilerine, hizmetli odasının karşısında bir pencere olup olmadığını sormuş. Tabii hizmetli odası okulun giriş kısmında bulunduğundan hocanın alacağı cevaplardan yana keyif verici bir sonuca ulaşacağı kesinmiş. Kendi öğrencileri sonuçta, elbette öyle düşünecek. Ancak bu soruya muhatap olan elli dört öğrencinin kırk dördü her gün giriş yaptıkları okulun girişinde pencerenin olup olmadığını bilmediğinden ya da dikkatlerini hiç o yöne vermediklerinden bu soruya yanlış cevap vermiş. Açıkçası aynı şey benim başıma gelseydi sanırım bu ayrıntıyı ben de hatırlayamayacaktım.
Filanca hocamız bu meseleyi ciddiye alarak bir test daha yapmaya karar vermiş. Yine beklenmedik bir anda yani dersin tam ortasında sınıfa palyaço getirmiş. Palyaçodan da -daha önceden- saniyeler içinde zıplayıp hoplayıp hızla diğer kapıdan çıkmasını istemiş. Denildiği şekilde sınıftan çıkan palyaço kayıplara karışınca hoca sınıfta bulunan öğrencilerden az önce gördüklerini detaylıca yazmalarını istemiş. Hoca yazılanları okumaya başladığında umut yellerinin soğuk kıvılcımları bu sefer de yüzünde pırpır etmeye başlamış. Nedenini ise birkaç cevap arasından size şöyle takdim edeyim:
– Ön kapıdan bir palyaço girdi, zıplayarak arka kapıdan çıktı.
– Sınıfa bir palyaço girdi ve üzerinde rengârenk bir kostüm vardı. Ancak renkleri tam seçemedim. Ama ağırlık çivit mavisindeydi sanırım.
– Sınıfımızda palyaçoda gördük ya, artık ölsem de gam yediremezler bana.
– Konumuz bu mu şimdi ha!?
– Kapıdan giren palyaço aslında gerçek bir palyaço değildi. Çatlak dekanın ansızın yoklamalarından birisiydi ve hepimiz ciddi vaziyette yakalandığımız için ters bir durum yaşamadık. Muhtemelen sezon sonu toplantısında kendisi itiraf edecektir.
Şahit oldukları aynı ânın içerisinde kalem oynatan öğrencilerin farklı cevapları karşısında hocanın çaresizliğini görmek istemezdiniz. Çünkü hoca bu minik testler neticesinde, Walter Raleigh’in ayağının takılıp düştüğü sokağa uğramak zorunda kalmıştır. Muhtemelen “tarihin doğası yanıltmaktır” diye bir konuşma düzenlemesinin vakti gelmiştir. Serlevha olarak “tarihçilere düşen de yanılgı çöplüğünden geri dönüşümlük malzemeleri ayıklamaktır.” sözünü mü kullansa acaba? Ne de olsa yanılgılar yanılgıları doğuracaktır.
Hocam donuk bir ifadeyle yüzüme bakarken kendimi susmakla susmamak arasında can çekişirken buldum. Bir yandan zihin odalarımın penceresinden girmeye çalışan başka örnekleri savmakla hemdem olurken diğer taraftan yani üstten, baca tarafından sarkan bir düşünceye yapacak bir şeyimin kalmadığını fark ettim. O da sadece susmak ve beklemekten başka bir şeye adım atmamaktı. Ayrıca bu örneklerden sonra hocam bana şunu deseydi de yeriydi; “Tarih dediğimiz şey tam olarak budur.” Ancak böyle bir şey demedi.
Buz gibi olmuş çayımdan bir yudum daha içtim. Hocamın çoktan eline aldığı sazın tellerine vurmasını bekledim ve ortaya gergin bir tebessüm bırakıp arkama yaslandım. Sesi de pek güzeldi. Dünya dertleri içinde, dünyaya dair tespit, tetkik, tahkik bilmem ne maskesi altında hakikati ıskalayan çabaların eşiğinde şöyle mırıldanmaya başladı: “Nedir bu telaşın vay deli gönül… Hele düşün devr-i âdemden beri… Neler gelmiş geçmiş say deli gönül…”
İbrahim Orhun Kaplan
1 Yorum