Kitap okumayı; insanın kendini ve hayatı anlamaya yönelik isteğinin bir sonucu olarak görebiliriz. Başkalarının tecrübelerinden (hayatlarından) yararlanarak (okuyarak), kendi tecrübelerimizi oluştururuz. Yine diğerlerinin akıl yürütmeleri sonucu vardığı hükümleri öğrenmek, içselleştirmek ve sorgulamak için kitaplara başvururuz. O halde okumanın ana sebebi düşünmeye vesile olmasıdır. En azından benim nazarımda… Zira zevk almak, hoş vakit geçirmek için de kitap okunur ama bu, okumanın ruhuna ters bir hareket! Okumak bunların üstünde bir kıvam alıştır.
Okumak insanın zihnini geliştiren ve böylece kendine ve fiillerine yön vermeyi sağlayan bir eylemdir aynı zamanda. Evet, evet okumak aslında bir eylemdir. Zihnin hareket etmesini, aklın çalışmasını sağlar ve bunların sonucu da hayata yansır. O halde okumak tahlil etmektir diyebilirim. Bu bağlamda Salih Mirzabeyoğlu “Okuduğunu tahlil etmeyen, daha önce okuduklarıyla karşılaştırmayan, her ân kendi kafasını kullanmayan, zekâsını mahveder. Okumak, sayfanın bütününü, cümleleri, kelimeleri anlamaktır. Dikkat gevşeyince gölge düşünceler kalır kafada. Çabuk okuyan, dikkatini teksif edemez.” der.
Okumak, bir sorgulamaya girişmektir. Okunan metin öncelikle doğru ve yanlış filtresinden geçirilir. Bunu yaparken kişi tahlil metodunu kullanır. Yazarın metni oluştururken kullandığı argümanları önce anlamaya ve sonra mantıklı olup olmadığına bakar. Yazarın iddiaların doğruyu yansıtıp yansıtmadığını, çıkarımlarının isabetli olup olmadığını anlamaya çalışır. İşte bu başlı başına insanın aklının çalışmasından yani aklın koşmasından ibarettir. Sadece bu bile kitap okumanın gerekliliğini ispat eder. Ayrıca okur, elindeki kitapta savunulan görüşleri aynı konuyla ilgili daha önce okuduğu diğer kitapların iddiaları ile karşılaştırır. Karşılaştırmak da aklın bir fonksiyonudur.
Okumak, muhatap olunan metni anlama isteğidir. Bir nevi aklın ibadeti olan ilim öğrenmenin yollarından biridir. Anlamak ise anlaşılmayı bekleyen bilgiler için bir merdiven hükmündedir. Bu sebeple iyi bir okurun derdi elindeki kitabı hızlıca bitirmek değil, anlamak ve tahlil edip hayatına katmaktır. Dolayısıyla okumak kişiyi bir sorgulamanın içine sokar. Fark etmediği inceliklerin varlığından haberdar eder. Hayatın akışında gözden kaçan değerlerin yerini bildirir.
Okuduğu kitaptaki bilgileri sınamayan, tahlil etmeyen ve olduğu gibi kendi malı haline getiren biri, okumanın fonksiyonuna aykırı hareket ediyordur. Bunu sonucu ise taklit düşüncelerle hayatını idame ettirmek ve asla kendi olamamaktır. Fikirlerin gücü vardır. Zayıf zekâları kolayca ele geçirir. Bundan kurtulmanın yolu ise kişinin ilmini sürekli arttırması ve okuduğu kitapta savunulan düşüncelerin tersini iddia eden yazarları da okumaktır. Böylece tahlil yapılabilir. Kitap okuyan biri, şu Japon atasözünü kulağına küpe etmelidir; “Okuduğun her şeye inanacak isen hiç okuma daha iyi!”
Okumak dikkati bir noktaya yöneltmektir. Dikkatsiz okumalar, kişinin önündeki metne tetabukuna mani olduğu gibi beklenen faydanın ortaya çıkmasına da engel olur. Gerçi bu her işte böyledir. Dikkatsiz yapılan her iş, sonucun düşük ve kalitesiz olmasına sebebiyet verir. O halde kitap okumak boş zaman işi değildir. Bilakis aklın gıdasını alması için elzem bir faaliyettir. Okumanın boş zaman işi olarak görülmesi, okumadan beklenilen mananın kaybedilmesini sağlar. Dikkati yoğunlaştırmadan kitap okumak, okumaya hak ettiği değerin verilmediğinin işaretidir. Çünkü her metin muhatap ister. Muhatap olmanın şartları yerine gelmezse, metin kendini açmaz.
Sözün özü insan okuyan bir canlıdır. Kimi zaman kendini, kimi zaman hayatı ve kimi zaman da bir metni okur. Tüm bu okumaların ana gayesi ise tefekkür edebilmektir. Tefekkür sayesinde kişi, durduğu yere ve kendine anlam verebilir. Anlama ulaşamayan biri ise başkalarının öznel anlamını kendi üstüne giymek ister. Böylece kendi olmaktan çıktığı gibi taklit ettiği kişi de olamaz.
Sulhi Ceylan