niye intihar ettiğini bilen yok

(dör döküntü defteri – 4)

kıymetli aydoğan abi,

sana bir hediye göndermek için mehmet erikli’den defalarca açık adresini istedim. niyetim sana sürpriz yapmak, habersizden bir hediye göndermekti. ıban gönderme veya “adresim şöyledir, bana oranın filanca meşhur yiyeceğini gönder” şakalarına istinaden güzel bir sürpriz yapmak istiyordum. bu hediyenin karşılığında bana, dostoyevski’nin, tolstoy’un romanlarındaki gibi içli bir mektup göndermeni ve şükran hislerinle egomu şişirmeni umuyordum. fakat bütün bu planlarımı mehmet erikli berheva etti. mehmet erikli’yi bilirsin, öğle üstü şirkete uğrayıp “benim öğleden sonra nikâhım var, haydi bana müsaade” deyip kendi düğününe giden bir adamdır. gerçek karakterini ancak sait faik ve burgazada balıkçıları bilebilir, bana kalırsa istihbarat elemanı olmak için çok uygun bir mizaca sahip niye hikayeci olmayı seçti, bilemiyorum. sulhi ceylan’a kalırsa hiçbir şeyi tasa etmeyen, sâkin, kalender bir yapısı varmış erikli’nin, bu yüzden dervişlik yoluna girse çabuk mesafe alacağını düşünüyor. mehmet erikli’nin kalender yapısı -maalesef- seni, göndereceğim hediyeden etti. beni bilirsin, kayıt tutarım, telefonumdaki mesajları saymadım ancak en az beş kere senin adresini istediğimi hatırlıyorum. bu taleplerim hem yazılı hem sözlü olarak iletilmiştir. bu vesileyle senden adresini göndermeni istiyorum. artık sana hediye göndereceğimi biliyorsun ama en azından hediyenin ne olduğu bilgisi sürpriz olmuş olacak. adresi ne kadar erken gönderebilirsen o kadar iyi olur kanaatindeyim. mâlum, sana hediye gönderme işini yapılacak iş listeme yazmam ve bir müddet o listede tuttuktan sonra icraata geçmem sözkonusu olacak ki bu da zaman alacak demektir.

elbette sana bu mektubu mehmet erikli’yi şikayet etmek için yazmadım. kafamda birçok soru var. seninle konuşabileceğim, senin tahlil etmene ihtiyaç duyduğum birçok mesele birikti. mesela mükerrem mete’nin defalarca televizyona çıkmasına rağmen neden şöhret olmadığını merak ediyorum. sulhi abinin ise bir fotoğrafının bile olmamasına rağmen neden bu kadar şöhret olduğunu merak ediyorum. yine mesela senin ve benim, şöhret potansiyelimizin çok olmasına rağmen hangi iç mihrakların bunu engellediği meselesi zaman zaman aklıma takılıyor. dahası davut bayraklı’yı şöhret olmanın bozup bozmayacağını merak ediyorum. fakat bunlar tâli meseleler. konuşulacak daha hayatî mevzular var. kaleme aldığım bu açık mektupta her şeyi aşikare yazamıyorum. sen bazılarını tahmin ediyorsundur. yaşadığımız çağda nezaket ve merhamet hayatımıza mâl olabiliyor. nezaket ve merhametinin kurbanı olan insanlar tanımışsındır. gerçi bu çağda hayatı bir maliyete dönüşen yani hayatı, vicdanının ve doğru bildiğinin maliyeti olan pek az kimse vardır. ben kendimi bu kimselerden sayamam, iddialı olur. fakat nezaket ve merhametinin kurbanı olanlar sınıfının bir azası olmaya doğru gidiyorum gibi hissediyorum. her şeyin geçiştirildiği, ilgilerin üstünkörü bir hâle geldiği, insan ilişkilerinin de bu sebepten ötürü yüzeyde kaldığı bir çağda yaşıyoruz. sanırım o kadar itinalı olmama rağmen bu çağda biraz müşkülpesent ve mükemmeliyetçi kalıyorum. hatta mükemmelliyetçi ve müşkülpesent tarafıma yetişmeye kendim güç yetiremiyorum.

bugün üniversiteli bir gençle tanıştım. kamu yönetimi birinci sınıf talebesi. tevafuken tanıştım. bir arkadaşımın yanına uğramıştım, orada oturan bir genç… arkadaşım ona hararetle bir şey izah etmeye çalışıyordu. mevzu belli oldu. tecrübesiz bir delikanlı olan bu gencimiz, itikada ait meseleler hakkında izlediği birtakım konferans, video vb. kayıtları iktibas edip ateist veya cahil gençlere bu meseleleri duyuracak bir pdf dosyası hazırlama düşüncesindeymiş. arkadaşım da niyetinin güzel ama düşüncesinin ve metodunun yanlış olduğunu izah etmeye uğraşıyordu. ben de sohbete dahil oldum. genç kardeşimize, bu konuda söylenecekleri, senin de aşina olduğun her zamanki üslubumla anlattım. hâlbuki yeni tanıdığım bu genç kardeşimize, her ne kadar iyi niyetli olduğu belli de olsa, hemencecik sohbetimi açmamalıydım. müşkülpesentliğim burada devreye girmeliydi. ama samimiyeti ve iyi niyeti besbelli olan bu genç adama doğru bildiğimi söylemeyip sussaydım, kendime karşı samimiyetsizlik etmiş olmaz mıydım? nitekim konuşmamızın neticesinde daha köklü bir iş tutması gerektiğine, yapmak istediği işin büyüklüğü nispetinde bir kalite ortaya koymasının lüzumuna ikna olmuştu.

genç dostumuz, ikna olmasına olmuştu ama onu, kendisiyle konuşur bulduğum romancı arkadaşım aradan sıyrılmış, temayüz etmekte olan bu genç kardeşimizin yükünü almaktan kaçmıştı. romancı arkadaşım, cipine binip evine varacak ve yükü benim sırtıma atmanın rahatlığı içinde her zamanki saatinde çayını yudumlayıp romanına gönül huzuruyla gömülecekti. hatta sıkışırsa beni “efendi, sokağa çıkın, sokağa. gençler için ne yaptınız?” diye suçlayacak. hâlbuki üniversiteye adım atalı yedi sekiz ay olan bu delikanlı, muhakkak ki hayatı tanımanın ve yeryüzünde kendisine ait olan yerin arayışına çıkmıştı. hatta bu yüzden de belki romancı arkadaşıma düşüncelerini açmıştı. muhtemelen ben oraya gelmeseydim, genç dostumuz, insanların imanını kurtarmak davasıyla uğraşacağına önce o kırık notlarını toparlaması gerektiği yönünde paylanıp gönderilmiş olacaktı. hâlbuki şimdi, sohbetleriyle hayatı doğru yerinden kavradığını düşündüğü ve sohbetiyle kendisini güçlü hissettiği bir raşit abisi olmuş oldu. kitap listeleri oluşacak. hayat, dünya, türkiye, siyaset, kadın, okul, üniversite, eğitim, tarih konuşmaları gırla gidecek. ancak raşit abinin süper kahraman olmadığı kısa zamanda anlaşılacak. evet, sanki o konuşurken her imkân elde, her iş kolayca başarılabilir gibi olacak fakat kırık notlar toparlanılamayacak, o kız tavlanamayacak, o mutedil hayat çizgisi bir türlü ele geçmeyecek. ve belki de üniversite bitip başka bir maceraya atılınca raşit abi çok uzaklarda olacak. bu yüzden raşit abi, itham edilecek, niye yanında olmadığı sorgulanacak.

***

on yıl önce bir abdullah vardı aydoğan abi. çok güzel tebessümü vardı. çok konuşmazdı. net konuşurdu. gözlerinden cesareti belli olurdu, gözü karaydı. soruları azdı, diğerleri sorar; o da onlarla beraber dinlerdi. tütünü içer, çayını yudumlar, mütebessim dinlerdi. kaç zamandır üniversiteye uğramıyor, telefonlara cevap vermiyormuş. evine varmışlar, koridorda asılı bulmuşlar. neden intihar ettiğini bilen yok.

mehmet raşit küçükkürtül

DİĞER YAZILAR

2 Yorum

  • HASAN EJDERHA , 09/05/2018

    Bizim de bir zamanlar bir Refik ağabeyimiz vardı. Raşit abi gibi. Kutlu’nun hikâyesindeki Murat ağabey gibi. Ne güzeldi o günler… Ama biz hâlâ Refik ağabeyimizin halkası içindeyiz.
    Siz de halkanızı sağlam tutarsanız korkmayın savrulmaz o genç. Raşit ağabeyinin sağlam halkası içinde menkıbesini tamamlama yolunda sağlam adımlarla yürür.
    Romancı arkadaşınıza gelince: Anlaşılan ki romancı arkadaşınız size çok güveniyor ki o genci size devrederek gencin hayatını kurtarmış.

  • A.İhsan , 08/05/2018

    Bu yazı bana bir hikayeyi hatırlattı. Bu nedenle derin bir hüzün içindeyim. İçim ezen ve hafiflemeyen bir acı da var hüznün yanında. Kalemine sağlık.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir