Nine Sabah Oldu mu?

Dünyanın bütün ninesiz çocuklarına…

Bir sedir boşluğuna asılırdı ninem. Yaptığı çorbanın hatırına biraz tarhana kokar, biraz ezogelin. Ama en çok yoğurt kokardı. Sonra gülerdi. Dökülmüş dişlerini unutarak, yalın damak gözükürdü. Rahleyi önüne alıp beyaz namaz eşarbını takınca şipşirin olurdu.

Aşkı anlattırdım ona. Uçarı bir çocuğun sığınacağı, annesinden sonra ninesiydi. Hep cam kırmalarından sonra, çaldığım eriklerle ve küfür ettiğim çocuklardan kaçıp sığındığımdı ninem. Başımı göğsüne yasladığımda dua ederdi. O dua edince ben anlardım, duanın gücünü. İçimdeki uçarı çocuk uslanır, büyümüş bir adam olurdu. Âmin derdim. Ağlardı.

Bir güz ikindisiydi. Yanakları bir eylül susuzluğu gibi içime akarken, adımlarını gökyüzüne salmış bir hayalin önümden geçmesiyle irkildim. Bu aşktı… Yoklamıştı kalbimi. Kalp krizi gibi bir şeydi… Yorgun bir akrep son zehrini akıtmıştı, düşmüştüm. Dün sokaklarında geleceğimi büyüttüğüm dünya, bugün çocuk ölümlerine ve nasırlı ellere zulüm ediyordu. Bir menekşe kalbini kırıyordu rüzgâr, bir çocuk uçurtmasını vuruyordu yıldırımlar, bir kelebeğin kanadını yoluyordu güneş, bir şarkıyı ortasından kesiyordu silah sesleri. Dündü, gerçekti, yoldu, yorgunluktu, dönüyordu dünya, yenilen birçok kalp gibi kalbimiz o serinlikte inşirahı arıyordu.

Yine dua ediyordu. Dudakları kıpır kıpır, bir şeyler mırıldanırdı. Bazı geceler kendi kendine konuşur, bazı geceler ağır işçiler gibi ilmek ilmek yünden patikler örerdi. Doğmuş ve doğacak torunları için. Sanırdım ki dünyanın bütün çocukları için örülürdü bu patikler. Kaybettiği eşinin hatırına her gün bir Yasin suresi okurdu. Bir de uslanmaz sözler söylerdi. Hem severdi, hem sevmezdi. Ama bilirdim. Bir Leyla ile Mecnun masalının ninemle dedem versiyonuydu onların bağı.

Halk çocuğuydum. Anarşistleri anlayamazdım. İçten içte küfürler bestelerdim yalanlar için. İçten içe aşklar. Bir dileğim vardı. Kocaman dağı delen, köprüler kuran, evler yapan, kaleler inşâ eden, Kaf Dağı’nı bulma adına evsiz kimse kalmasındı… Oyuncaksız çocuk, sözsüz şair, aşksız insan kalmasındı tek amacım…

Büyüdüm. Kocaman aşklar besteledim, her biri tek aşktan doğan. Artık uslanmaz torun rolünü geçmiştim. Acının şarkısını sırtımda idi. Gömleğimin ilk ilmeğini yürekliliğe bağlamıştım. Bir tesbih çekişiydi karanlıklar, bir sigara boşluğuydu hüzünler.

Oysa ninem bir ilaç hastasıydı. Ağrı kesicilerin envai çeşidini barındırırdı şekerlerle karışmış cebinde. Bir yerin ağrımaya görsündü, hemen ecza dolabı olan cebinden çıkarırdı ilaçları, şekerleri. Sanki acı olan ilaçları tatlandırmak için şekerle birleştirmişti cebinde.

Soylu ve asil bir kadındı. Aşkı gibi hayatı da kendisine özeldi. Tam yaşını bir kendisi, bir de oğulları bilirdi.

Akrebin yelkovanı kıstırdığı çok saat geçti sonra. Takvim yaprakları koparıldı bir bir. Güneş saatine, ikindi boşluğuna, akşamdan berisine, yatsıdan sonrasına…

Takvimler gibiydi hayatlar. Çünkü hepsinden sayfa sayfa günler eksilirdi. Bir de bütün olan takvimler vardı ki onları kimse sevmezdi.

Ninem küçülerek büyüdü. Ben büyüyerek küçüldüm.

Büyüklük kayıp mıydı? Sevinmeli mi, üzülmeli miydi? Bilinmez ama büyüklükler genelde büyük kayıpları da getirendi.

Güzdü, bahardı, yazdı, kıştı, filbahardı mevsimler.

Sonra güz geldi, buruldu mevsimler. İkinci baharımızdı sonbahar. Hüzünlenmek için inimize çekildik birer birer kayıplarla.

Dünyanın bütün ninesiz çocuklarına, bir nine şarkısı neden eğrilmedi hâlâ halis yün iplikten.

Bilal Can

DİĞER YAZILAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir