İnsan: Hakikat Arayıcısı
İslam metafiziğinde sanat, eşyanın hakikatine ulaşma gayreti olup Allah’ın mutlaklığı sebebiyle bu gayret sürekli harlanır. Varılan her nokta kendinden öteye işaret ettiği için bir bitmişlikten değil yolda olmaktan ve yolda üretmekten bahsedilir. Bu yolculuk esnasında sanatçının anlam dünyasına çarpan her nesne, nesne olmanın ötesinden bir ayet olup Allah’ın Esma-ül Hüsna’sının bir tecellisidir. Bu sebeple tüm eşya yani yaratılmışlar aslında Allah’ın isimlerinin dünyadaki görünümleri olup Allah’ın sonsuz güzelliğini anlatırlar. İşte sanatçının derdi bu Esma’ları okumak ve bu okumanın verdiği anlayış ve esinti ile güzelliğin içinde önce kaybolmak, kendinden geçmek sonra ise bu güzelliğin kaynağına doğru yol aramaktır. Çünkü her işaret, işaret ettiği varlık sebebiyle değerlidir ve Allah ise vacibu’l vücuddur. Varlığı kendinden olup mutlaktır. Sanatçının daha somutlarsak şairin şiirine konu olan her şey aslında mutlak güzelliğin işaret edilmesidir. Şair, eşyaların üzerindeki perdeyi kaldırıp hakikati görmek ve göstermek için didinen bir hakikat arayıcısıdır. Bu sebeple olsa gerek Teoman Duralı şiirin doğaötesi varlık olan insanın alâmeti fârıkası olup, ifâdesini dilde bulmakla birlikte, ruhta yankılanışı dil ötesi olan ölçüye koşulmuş bir duygu patlaması, yüzde yüz metafizik olduğunu söyler.
Necip Fazıl Kısakürek şiirin iç ve dış unsurlarını kütük ve nakış benzetmesiyle anlatır. Kütük şiirin his ve fikir yönünü anlatırken nakış ise şiirin ambalaj, estetik ve fonetik tarafına denk gelir. Necip Fazıl, şairin şiirinin bu kütük ve nakış ilişkisindeki dört sınıftan birine mensup olduğunu söyler.
1. Kütüğü ve nakışı olan şiirler ki bunlar tarihin büyük şairleridir. Şeyh Galip bunlardan biridir.
2. Kütüğü olan ama nakışı olmayan şiirler ki bunların amacı fikirlerin propagandası olup estetik unsurdan uzaktır.
3. Nakışı olup kütüğü olmayan şiirler. Bu gruptaki şairler saf şiirin ne olduğundan habersizdir.
4. Kütüğü ve nakışı olmayan şiirler ki bunlara şiir demek zordur.
Necip Fazıl birinci sıradaki şairler için “Birinci sınıf, (Omeros) dan (Rembo) ya ve İmreulkays’dan Şeyh Galib’e kadar, ne mektep, ne devir, ne şu, ne bu; bütün fâni ve günübirlik irca ve kıyasların üstünde kanat çırpmış ve mütearifeleşmiş (bilinir olmuş) büyük sanatkârlar” der. Burada neden şiir okuduğumuzu ya da şiir okumamızın sebeplerini bulabiliriz. Şiir, insanı hayatın sıkıcı ve bunaltıcı işlerinden, geçici ve manasız oyalanmalarından tecrit ederek fânî varlıkların üstüne çıkarır. Mâverâya kanat açtırıp insanın bedenden ibaret olmadığını bir ruhu olduğunu ve bu ruhun güzelliğe son derece meyyal olduğunu hatırlatır.
Neden Şiir Okuruz?
Neden şiir okuruz sorusuna İsmet Özel “Herhalde yokluğunu hissettiğimiz bir şeyleri tamamlamak, bir zorluğu gidermek ve nihayet doyum sağlamak için” cevabını verir. O halde yokluğunu hissettiğimiz o şeyi konuşmalıyız. İnsan kendini dünyada bulan bir canlıdır. İlk evi Cennet’tir. “Vatan sevgisi imandandır” kutlu sözünün işârî manasını Cennet olarak anlayabiliriz. O halde insan dünyaya geldiğinde aslında vatanından ayrılmıştır. Bu sebeple kalbinde hüzün, gözlerinde ötelere duyulan iştiyak vardır. Mevlânâ hazretleri insanın bu durumunu sazlıktan koparılıp ney yapılan kamış benzetmesi üzerinden anlatır. İnsanın bedenine hapis olan ruhun bir hikâyesidir, kamışın ney olma serencamı. Kamış nasıl vatanı olan sazlıktan ayrıldığı için içli içli feryat ediyorsa insan da ruhani âleme iştiyak içindedir ve bu sebeple ney gibi inlemektedir. Lâkin beden ülkesine hapis olması ve diğer insanlarla ilişkiye girmesi sonucu vatanını unutmuştur. Tekrar özüne dönmesi için ise; kamışın içinin oyulması ve üzerine yedi delik açılması gibi nefsine karşı savaş vermeli ve nefis mertebelerini bir bir aşmalı ve bu sayede kalbini tasfiye etmelidir. İnsanın, insan-ı kâmil olma yolculuğundaki dünya süreci bir ayrılık hikâyesi olup insanın bütünlenmeye ihtiyacı vardır. İşte şiir bu yolda bir yoldaş, insana hayatı anlamlandırma, kendi varlığını bütünün içinde fark ettirme noktasında bir imkândır.
Şiir okumamızın bir diğer sebebi ise hayatın keşmekeşidir. İnsanlar kendi dertlerine düşmüş, menfaat tek çıkar akçe olmuş, kalp şehrinin yeri unutulmuş ise insanların şiire tutunup kanatlanmak istemesi çok normaldir. Çünkü şiir hem bu dünyanın hem ötelerin sesini içinde barındırır. Ruhun sesini aradığı için çekicidir ve bu çekiciliği sebebiyle yüz yıllardır sahiciliğini korumaktadır.
Şiir okumak aslında insanın kendisini bir başkasının yazdığı şiir aynasında seyretmesidir. Kendinin farkında olmadığı, yakınlığı sebebiyle fark edemediği ben’ine dair bir arayıştır şiir okumak. İnsan son tahlilde bir ben’dir ve bu ben’in sesini duymaya ihtiyacı vardır. İşte şiir bu ben’in seslenişidir aynı zamanda.
Bununla birlikte şiir fikir vermez, bilakis işaret eder. İnsanın kendisinin bulmasını ister. Yol göstermez bilakis yolda olmak gerektiğini ve bu yolda insanın takındığı maskelerden kurtulması gerektiğini salık verir. İnsana insanın seslenmesidir, çünkü ancak insan insanın aynası olabilir.
Şiir aynı zamanda yıkıcıdır. Duymak istemediğimiz gerçekleri ve karşılaşmak istemediğimiz hayatların olduğunu haykırır. Adeta sisteme çomak sokar ve bizim kafa konforumuzu bozar. Yanlış olan bir şeyler var, böyle olmamalı, der. Bununla ilgili olarak İsmet Özel; “Şairin yaptığı bir yandan kendi macerasının bütün sınırlarına yüklenip oradan bütün insanların öz macerasını tahrik edecek güçte işaretler çekip çıkarmak, bir yandan da kavrama gücünün sınırlarından insanlara bazı işaretler getirmektir” der. Şair aslında gidilecek yeni limanların olduğunu abartarak, soyutlayarak, işaret ve estetize ederek gösterir.
Şiir, insanın sınırlarını dil aracılığı ile zorlamasıdır. Aşkın’ın sesinin tınısını duymak adına insanın evi olan dili zorlaması ve sınırlarından ses vermesidir şiir. Bu bağlamda şiir insanın önüne yeni bakış açıları koyar. Manaların kabı olan kelimeyi zorlar ve manadan manalara yol bulur. Beden hapishanesindeki ruhun sancısı şiirde bu şekilde tezahür eder.
Nasıl ki bilgi; bilinenden bilinmeyene doğru seyr u seferde ortaya çıkıyorsa şiir de olandan olması gerekene doğru bir yolculuğu güder. Olanı değil olması gerekeni estetik kanatlarıyla dillendirir ama olanla olması gereken arasındaki gerilimden doğar. Sezdirmek ister. Fizikötesinin haritasını arar. Bu haliyle umut muştular okurlarına.
1 Yorum