İbrahim A. yeni yazarımız.
Edebifikir okurları için, felsefenin arka sokaklarını ara ara yazacak.
***
Bu başlığın Faruk Nafiz’in Çoban Çeşmesi isimli şiirinden esinlenilerek atıldığı çok belli değil mi! Evet. Ama belli olan bir şey daha var, o da bu yazının ne çobanla ne de onun çeşmesiyle bir alakasının bulunduğudur.
Hikâyemizin kahramanı bir felsefe öğrencisi/muhibbi (yani ben), ona olayı yaşatan da bir kitapçının rafları. Yani hikâye benimle raf arasındaki ilişkiyi ele alıyor. Her ne kadar bu yönüyle olay kişisel ise de çıkarılacak sonuçların ucunun nerelere varacağı meçhul… Neyse sözü fazla uzattık hikâyeye gelelim.
Geçenlerde mûtad kitapçı ziyaretlerimden birinde felsefe kitaplarının bulunduğu mevkie usulca yaklaştım. Bir kitaplıkta “İslam Felsefesi” ile alakalı bir eser (Farabî’nin “Kitâbu’l-Hurûf”u -Harfler Kitabı- Kendisi on numara felsefe eseridir) gördüm ve oraya doğru ilerledim. Maksadım İbn Sina’nın muhalled bir eseri olan ve felsefe ansiklopedisi hüviyetindeki 20 küsur ciltlik eserinin (yani “Şifâ” külliyatının –sakın ha bunun bir tıp eseri olduğunu düşünmeyiniz) Metafizik’le alakalı ciltlerini edinmekti. İlgili raflara yaklaştım ve taramalarım neticesinde aradığım kitaplara ulaşamadım. Buraya kadar her şey normal. Fakat birden “İslam Felsefesi Tarihi” başlıklı kitabın yanına iliştirilen “Kuşeyri Risalesi”ni (ki on numara bir tasavvuf eseridir), onun yanına ilişen Bektaşilik’le alakalı bir kitabı ve de onun yanına iliştirilmiş sihir-büyü konusunu işleyen bir kitabı gördüm. Sonra biraz geri çekildim ve raflara uzuuunca baktım. Meğer o raflar “din” başlığını taşıyan kitaplara aitmiş. Alt başlıklar da tasavvuf – Alevilik – büyü – İslam. Bir an tamamen felsefi niteliği haiz eserlerin bu raflarda ne işi olduğunu düşündüm. (Esasında ilgili alt başlıkların bir araya getirilmesi de başlı başına bir mesele ya onu hiç kurcalamayalım). Felsefe kitapları araya karışmış desem bunlar bir değil iki değil bir sürü eser. Sonra bazı eserlerdeki “İslam” (İslam Felsefesi Tarihi gibi) sözcüğünün kitapçıları yanılttığını düşündüm. Fakat başlığında İslam geçmeyen pek çok eserin de büyü kitaplarıyla yan yana dizildiğini gördüm. Dolayısıyla bu ihtimal de zihnimde elendi. Geriye bir tek ihtimal kaldı o da bu heriflerin İslam Felsefesi’ni; Alevilik, tasavvuf, büyü ve sihirle aynı kategoride yani “DİN” kategorisinde değerlendirdiği… Bu garabet durumun aslını öğrenmek için görevliye durumu anlatıp ilgili rafların düzenlenmesinden kimin sorumlu olduğunu sordum. Ve şu cevabı aldım: Rafların düzenlenmesine ilişkin her türlü talimat genel müdürlükten gelmektedir. Yani sayın genel müdürlük İslam Felsefesi ile büyü arasında öyle aman aman bir fark olmadığını düşünmektedir. Tabi ki bu “cehalet” karşısında şok oldum. Ama meğer durum sandığımdan da vahimmiş… Bu vehâmetin farkına, bu kitapçıyla aynı çizgiye sahip diğer büyük kitapçıları gezince vardım. Bu kitapçıların hepsi İslam Felsefesi ile ilgili eserleri genel olarak “din” özel olarak da “tasavvuf- Alevilik- büyü” gibi başlıklar altına yerleştirmektedir. Bu kitapçıların ortak özelliği toplumumuzun seküler kesimine mensup camialara ait olmaları. (Tabiî ki kimseye “sekülerdir” diye bir itirazda bulunma, bir yan gözle bakış haşa minel huzur bir ayıplama asla söz konusu değildir!!! Gayr-ı Seküler olanların ise zaten “felsefe” gibi basit uğraşlara ayıracak vakitleri olmadığından, onları şimdilik bahis dışı tutuyoruz… Neyse bu kadar istidrad yeter, bahsimize dönelim) Ve enteresan olan raflardaki bu ayrımın ve buna dair “emrin” büyük yerlerden yani merkezlerden gelmiş olması. Dolasıyla sakın ha gidip, benim yaptığım gibi, orada çalışan garibanlara, o kitapların dinle alakasının bulunmadığını, onların yerinin felsefe bölümü olduğunu anlatma gafilliğine kalkışmayın, sakın ha!!!! Rezil olursunuz maazallah!!!!!
Tüm bu anlattıklarım tabi ki gerçek olmakla birlikte işin hikâye kısmı… Bir de işin “hakikat” kısmı var, yani rafların esasında ne söylediği meselesi. İlgili hakikatin zahiri yönü, yani rafların lisan-ı hal ile zahiren dile getirdiği şey (yani bir de batını var bunun) şudur: Bu muhterem büyük kitapçılar İslam Felsefesi’ni ve ürünlerini felsefeden saymamakta ve dolayısıyla da onları genel felsefe kitaplığından ayırmak suretiyle kendilerini ve yazarlarını -aşağılar bir şekilde- büyü kitabı ile aynı derekeye indirmektedir. Yüzeydeki anlam bu… Peki bu rafların söylediklerinin batınî/derûnî anlamı nedir? Yani Hakikat’in derunî kısmı…. Bu kısmın anlatımı epeeeeeeyce uzun olup ucu teeeee “Türkiye’de Felsefe Algısı ve Eğitimi” meselesine varmaktadır. E haliyle de bu müstakil bir yazının konusudur. Ne me lazım biz zahirle yetinelim, işin batınını anlatımını gerçek hikmete talip olanların say u gayretlerine bırakalım….. İntehâ.