Ne ki Babası, O ki Sıpası!

Müstesna Deyimler Defteri – Beş

Ne ki babası o ki sıpası: Celâl Kuru’dan duyduğum deyimdir. Deyimin üç farklı hikâyesi var. Şifahen anlatılagelen bu hikâyeler şöyle:

Rivayet olunur ki, bir vakitler, kaynanası ile kavga etmiş olan bir kadın, durumu kocasına biraz mübalağa ederek anlatmış. Kocası da kadının dediklerine inanarak kendi annesine karşı tavır almış. Ancak daha sonra kaynana-gelin arasına girilmemesi gerektiğini düşünmüş adam; tıpkı karı-koca arasına girilmemesi gerektiği gibi. Ayrıca bu küslükten en fazla zarar görenin kendisi olduğunu anlamış ve güçbela anacığının gönlünü alabilmiş. Aradan yıllar geçmiş, bu karı-kocanın oğlu evlenmiş. Bir gün gelin ile kaynana münakaşaya tutuşmuşlar. Gelin cazgır; kaynanaya pabuç bırakacak gibi değil. Eşi vasıtasıyla durumdan haberdar olan oğul soluğu anasının yanında almış. Başlamış anasına veryansın etmeye. Kadın ne dese kabahatin gelinde olduğuna oğlunu inandıramamış. Oğul anasının yanından hışımla ayrılırken o sırada babası da eve girmesin mi? Kocasına dik dik bakan kadın “Ne ki babası, o ki sıpası!” deyivermiş.

Bir başka rivayete göre ise bu deyimi oğlanın annesi değil, babası söylemiştir. Oğlunu hışımlı, karısını ise ağlamaklı bulan adam, “Hayrola hanım, ne bu hâlin?” diye sormuş. Oğlan o sıra babasına çarçabuk bir baş selamı vererek kapıyı vurup çıkmış. Karısı da “Bak hele edepsizin ettiğine!” diyerek oğlunun ardı sıra söylendikten sonra, “Senin bu hayırsız oğlun dünkü geline beni tercih ediyor bey, ben ağlamayım da kim ağlasın!” diye cevap vermiş kocasına. Bunun üzerine adam daha önce kendi düşmüş olduğu durumu hatırlayarak, “Eeee” demiş, “Ya ne bekliyordun hanım? Ne ki babası o ki sıpası işte!” deyivermiş.

Üçüncü rivayet biraz tafsilatlı… Köylük bir yerde ergenlik çağlarında olan haylaz bir çocuk varmış. Bir süredir çocuğun haylazlıkları boyunu aşmış, pek çok kişiye de zararı dokunur olmuş. Çünkü köyün tıfılları da bu çocuğun tesiri altında haylazlık, serserilik etmeye başlamışlar. Evhamlı annesi çocuğunun bu hâllerinden dolayı pek muztaripmiş.

Bir gün birkaç çocuğu etrafına toplayan bu haylaz “Bugün ziyafet yapacaz arkadaşlar” demiş. Çocuklar “Hayırdır, ne ziyafeti?” diye sormuşlar merakla. Çocuk, “Hep beraber bizim bağa pikniğe gidiyoz” demiş, “Tavuk pişirip yiyecez” Çocuklar şaşırmışlar tabiî, öyle ya, tavuğu nasıl bulup pişirecekler? Arkadaşlarının merakını sezen çocuk, “Tavuk pişirip yiyecez ama” demiş, “Önce avlanmamız gerek” Çocukları kaplamış bir heyecan. Av lafını işitince biraz da tırsmışlar hâliyle. Hâlbuki evcil hayvandan av mı olur? Laf işte! İçlerinden biri “Kimin tavuğunu avlayacaz ki?” diye sorunca, haylaz oğlan “Köyde bir sürü tavuk var oğlum, hiç olmadı bizim tavuklardan birini boğazlarız, dert ettiğin şeye bak” demiş.

Birkaç tavuğu sapanla vurmaya çalışsalar da başaramamışlar. Nihayet allem edip kallem edip bir tavuğu yakaladıktan sonra piknik yapacakları yere gitmişler. Fakat yakaladıkları tavuğu hemencik öldürmeye cesaret edemediklerinden bir çuvala koymuşlar ilkin. Bağda bir gölgelik bulup ateşi közledikten sonra haylaz oğlan “Artık şu tavuğun hakkından gelelim, çuvalı getirin bakıyım” demiş. Tam çuvaldan çıkardıkları sırada tavuk can havliyle mısırların dikili olduğu bölgeye doğru kaçmasın mı? Paniğe kapılan çocuklardan biri köz karıştırırken kullandığı sopayı birden tavuğa doğru fırlatıvermiş. Iskalamış tabiî. Çocuklar hep birden tavuğu kovalamaya başlamışlar. Onlar tavuğu yakalamaya çalışırken ucu köz tutmuş olan sopa yerdeki mısır koçanlarını tutuşturmuş, birkaç dakika sonra oracıkta ufaktan bir duman görünmüş. Dumanı fark eden çocuklardan biri “Koşun la koşun mısırlar yanıyoooo” diye feryat etmiş. Ter içindeki çocuklar tavuğu kovalamayı bırakıp pikniğe gelirken getirdikleri iki şişe suyu gölgelikten kaptıkları gibi ufarak yangını büyümeden söndürmüşler. Köylük yer bu, akşamına hadise ayyuka çıkmış.

Akşam evde babası haylaz oğlunu azarlayıp bir iki tartakladıktan sonra “Şimdi zıbar yat ulan eşek sıpası, bir daha vukuatını duyarsam gebertirim seni ha!” diyerek çocuğu odasına yollamış. Adam tabakasını çıkarıp tütün sardığı sırada karısı, “Bu oğlan benim kalbime indirecek bey. Bir değil, iki değil bu. Daha geçen gün ahırda yediği nane… İneklerin kuyruklarını birbirine bağlamıştı hani, hayvanların böğürtüsüne ahıra girince gördüydüm, haberin var ya! Keşke zararı yalnız bize olsa… Ahalinin çocuklarını da yoldan çıkarır oldu. Ne etmeli de bu oğlanı yola getirmeli, bilmiyorum ki, ne etmeli!” diye yakınmaya başlamış. “Ya Rabbi! Sen bu çocuğa mukayyet ol” diyerek dua da ediyormuş bir yandan. Adam yaktığı tütünden birkaç duman çekince öfkesi durulur gibi olmuş; evhamlı karısını teskin etmek için “Çocuktur hanım çocuk. Kanının deli aktığı vakitlerdir, büyüdükçe düzelir. Biz de çocukken yaptık böyle haylazlıklar” demiş. Kadın da ana nihayetinde, evladına düşman değil; istiyor ki oğlu iyi olsun. İstiyor ki oğulcuğuna bakıp göğsü kabarsın. “İnşallah düzelir, inşallah” demiş kadın bir ümit, derince bir iç çektikten sonra da “Bilmem ki kime çekti bu çocuk” diye eklemiş. Dumanın verdiği keyifle o an adamın aklına bir hinliktir düşmüş. Biraz şaka yollu, “Eee hanım, oğlan dayıya kız halaya çeker derler, bilmez misin?” deyivermiş. Şaka yollu demiş ama adam da kayınçosunu pek sevmezmiş hani. Kadın bunu biliyor elbet, altta kalır mı? “Tabiî” demiş, “Kendine hiç bakma da kardeşime laf et! Demincek oğluna eşek sıpası diye gürlüyordun ya.. Haklısın valla! Ne ki babası, o ki sıpası!


Feyyaz Kandemir

Müstesna Deyimler Defteri – Bir: Birader-i can-beraberim
Müstesna Deyimler Defteri – İki: Yazarın Kanı, Okurun Teri
Müstesna Deyimler Defteri – Üç: Varın Gerisini Siz Hesap Edin!
Müstesna Deyimler Defteri – Dört: Anadolu İrfanı Nedir?

DİĞER YAZILAR

1 Yorum

  • dikkat okur var , 05/05/2019

    “ucu köz tutmuş olan sopa yerdeki mısır koçanlarını tutuşturmuş”

    sayın yazar, koçan; mısır tanelerinin altındaki sarımtırak gövdeye denir.
    anladığım kadarıyla bahçede mısırların dikili olduğu bir alan var, çocuğun attığı ucu közlü sopa o alana düşüyor. şu hâlde közlü sopa, mısır yapraklarını tutuşturmuş olabilir. tabii oradaki koçanlar, daha önce bahçeye dadanmış olan kargaların veya domuzların afiyetle yedikleri mısırlardan kalan koçanlar da olabilirler, bilemiyorum. yine de yaprak denilse daha makul olurdu sanki. velhasıl diyeceğim o ki daha dikkatli olun, gözüm yazdıklarınızda, ben buralardayım.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir