Mustafa Kemal Paşa Kâzım Karabekir Paşa’dan Rahatsız

9 Nisan 1924 günü trenle Ankara’ya ulaştık. İsmet Paşa da beni karşılamaya gelenlerden biriydi. Samimi bir karşılama töreni oldu. Bu, bana biraz ferahlık verdi. Her şeyi onunla yeniden görüşebileceğim kanaatine vardım. Ancak İsmet Paşa bir rahatsızlık geçirdiği için Mustafa Kemal Paşa’yla daha önce görüştüm.

13 Nisan’da beni akşam yemeğine davet etmişti. Yalnız Gazi bana karşı gün geçtikçe aldığı soğuk tavrı bu akşam garip bir şekilde gösterdi! Şöyle ki!

Emrettiği saatte Çankaya Köşkü’ne gittiğim halde Başyaveri Salih (Bozok) vasıtasıyla beni, kendisinin bulunmadığı çalışma odasına aldırdı. Bir saatten fazla burada yalnız kaldım. Ara sıra Salih gelip “Gazi biraz meşgul, bir emriniz varsa yapayım” diyordu. Artık sıkılmaya başlamıştım, sordum; “Davetli olduğum halde benim odasında bulunamayacağım meşguliyeti nedir?” Salih tabiî kendisine öğretildiği gibi konuştu:

“Terzi Altın Makas’a elbise yaptırıyor. Mareşal üniformasının şeklini tespit ediyorlar. Canınız sıkılırsa burada Gazi’nin yazı masasında resimli albümler var, onları seyrediniz. Uzun zaman beklediğinizden ben de mahcubum. Fakat ne yapabilirim, öyle emrettiler.”

Terzi Altın Makas denen adam, bizim de Harbiye ve kurmay sınıflarından tanıdığımız bir Rum terziydi. Beyazıt’ta Mercan yokuşunda büyük bir dükkânı vardı. Subay çıkan sınıflara toptan, maaştan kesilmek üzere elbise de yapardı! Gazi’nin bu Rum terziyle üniformasını tespit etmesi, çok acı bir şeydi.

Üniformalarda ordu komutanlarının da fikrini almak, her devlette usuldendir. Askerî Şura’nın görevlerinden sayılır. O kadar ısrarıma rağmen Askerî Şura, Genel Müfettişlik gibi gerekli makamlar kurulmadığı halde, Rum terziyle üniformanın karşılaştırılması çok garibime gitti.

Masanın üstündeki albümlerin neler olduğunu görmek merakına düştük. Zaten “görmek” emrolunmamış mıydı?

Ne tuhaf! Bunlar, en üstte 5 numaralısı olmak üzere “ Anadolu Hediyesi” başlıklı albümlerdi. 5 numaralı albümün kapağında da benim resmim vardı. 6. sayfada benden bahsediliyordu. Aynen şunlar yazılıydı:

“Kâzım Karabekir Paşa. Şüphesiz yakında Milli Mücadele’nin ikinci Gazi ve Mareşali unvan ve payesini kazanacak olan bu seçkin komutan, geçen yıl Ermenistan seferini büyük başarıyla tamamladığı zaman hem bugünkü Kars Antlaşması’nın esasını hazırlamış, hem Batı cephesinde bugün de düşmana indirilmekte olan darbeler için varlığı gerekli olan savaş malzemesini tedarik etmiş, hem de arkadan her an beklenen saldırıya uğramamak için Doğu sınırımızın güvenliğini sağlamıştır. Bu itibarla Kâzım Karabekir Paşa da askerî ve siyasî büyük hizmetleri yerine getirmeyi başarmış ünlü bir komutanımızdır. Mustafa kemal Paşa nasıl Güney ve Batı sınırlarımızın güvenliği olmuşsa, Kâzım Karabekir Paşa da aynı şekilde Doğu sınırlarımızın ve sancaklarımızın güven ve garantisidir.”

Sonra Birinci Dünya ve İstiklal Savaşlarındaki başarılarımdan bahseden kitap, beni son olarak şu cümleyle takdim ediyordu:

“Türk milleti Kâzım Karabekir Paşa gibi birisini yetiştirmiş olmakla ne kadar iftihar etse azdır.” Albümün son sayfasında ise Ali Ekrem imzalı “Şark Ordusu” başlıklı şiir yer alıyordu. Son kıtası şöyleydi:
Şark dağları uğuldarken
Sanki diyor ‘Binler yaşa!’
Bizi bize bağlı tutan,
Kâzım Karabekir Paşa!

Kaderin Mustafa Kemal Paşa’nın Çankaya’daki köşkünde karşıma çıkardığı bu satırları dikkatle okudum. Yaklaşık 1 saattir buradaydım. Biraz daha bekledim. Tam sabrım tükenmişti ki Salih Bey tekrar yanıma gelerek, “Gazi Paşa buyursunlar diyor!” dedi. İçeri davet etti.

Yanına girdiğim zaman elimi sıkarak önemli bir meşguliyetinin olduğunu söyledi. “Sizi fazla beklettim ama bizim terziyle, yeni yaptırmakta olduğum mareşal üniforması hakkında konuşuyorduk. Sen sıkılırsın diye çağırmadım!” deyince sinirlerime hâkim olmaya çalışarak, “Eğer benimle bunun yarısı kadar bir süre ilgilenmek lütfunda bulunursanız şu iki belge üzerinde görüşmeyi rica edecektim” dedim ve biri “Gazi M. Kemal” imzalı milletvekili olduğumu bildiren 1 Temmuz 1923 tarihli tezkereyi, diğeri de benim imzamı taşıyan 1919 tarihli, Savaş Bakanlığı’na (Harbiye Nezareti’ne) bir Askerî Şura kurulması hakkında yazığım resmî ve özel tekliflerimin kopyalarını kendisine uzattım.

Gazi alaylı bir bakışla sordu:

“Nedir bunlar? Genel Müfettişlik tasarısı ise o makam Başkomutanlık demektir. Bu da savaşta veya barışta benim makamımdır. Savaş olmadığı zaman bana vekil olarak Genelkurmay Başkanı, yani Mareşal Fevzi Paşa bu görevi üstlenecektir. Bunu Genelkurmay Başkanlığı kanunuyla tespit ettik. Siz hâlâ bu makamı ve o rütbeyi mi kurcalıyorsunuz?”

Ben “Hayır efendim, kurcalamıyorum!” dedim. “Ben bugünkü mevkiimde üstüme düşen görevlerde uzak bulundurulmakta olduğumdan şikâyet ediyorum. Sunduğum belgelerden biri benim BMM üyeliğine seçilişimden dolayı değerli imzanızı taşıyan iltifat-nâmenizdir. Diğeri de Askerî Şura kurulmasının gereği hakkında öteden beri yazdığım ve söylediğim fikirlerimdir” dedikten sonra asıl konuya girdim:

“Son günlerde ne siyasî, ne de askerî girişim ve kararlarınız hakkında gerçekleşmeden önce haber dahi alamıyorum. Uhdemdeki milletvekilliği ve askerlik vasfımdan hangisi arzu buyuruluyorsa, orada mevkiimin hak ve sorumluluğu olan bir görevi üstlenmek istiyorum! İstiklal Savaşı’nda her iki yetkimi nasıl hakkıyla kullandığımı ve takdirlerinize layık hizmet gördüğümü her zaman büyük bir zevkle hatırlıyorum.”

Daha sonra başkomutanlık meselesine getirdim sözü ve şunları söyledim:

“Şahsımı dışarıda tutarak şunu arz edeyim ki, İstiklal savaşlarında Cumhurbaşkanımızın aynı zamanda Başkomutan olması çok sakıncalı olacaktır. (Bu sözleri meclis kürsüsünden dahi söylediğimi, isteyen tutanaklardan okuyabilir.) Her tarafta siyasî ilişkilerimiz kesilmiş bir haldeyken, sırf iç işlerle uğraşmak yüzünden İstiklal Savaşı’nda askerî planımızın gereği olan Başkomutanlığı zamanında uhdenize almadınız. Bu yüzden de Batı ordusu çeteciliğe döküldü ve İstiklal Savaşı da boş yere en az bir yıl uzamış oldu.”

Bu çıkışımla adeta bir barut fıçısını ateşlemiş olmalıyım ki Mustafa Kemal Paşa bu sözlerime hiç beklemediğim bir yerden karşılık verdi:

“Düzenli olarak tuttuğunu işittiğim hatıratını belgeleriyle birlikte getir de bir göreyim” dedikten sonra şu ağır sözlerle bana hücum etti:

“Herkes gibi benim İstiklal Savaşı’nın kurucusu olduğumu ve Türk milletini ölümden kurtararak ona bağımsızlığını bahşettiğimi söyleyeceğine, kendini de benim payeme çıkartacak propagandalar yaptırıyorsun! Bir millette ancak bir Gazi olur. En iyisi, bu yürüyüşe ayak uydurmaya çalış. İstiklal Savaşını nasıl benim emirlerimle başardıksa, bundan sonrası da ondan başka türlü olamaz!”

Ben bu sözlere nasıl cevap vereceğimi düşünürken, Meclis Başkanı Fethi Bey’in de köşkte olduğunu söyleyerek birlikte konuşmayı teklif etti.

Birlikte büyük salona girerken, sonunda elimden hatıralarım ve belgelerimin alınmasına kadar giden o sözler canlandı hafızamda. Meğer Fevzi Paşa, daha Sivas’tayken, Mustafa Kemal Paşa hakkında ne kadar da haklı tespitlerde bulunmuştu. (Fevzi Paşa kendisiyle yaptığım uzun boylu görüşmelerde aslında Sivas’a neden geldiğini bana açıkladı. Görevi, Mustafa Kemal Paşa’yı tutuklayıp İstanbul’a göndermekmiş. Onu benim himaye ettiğimi, oysa başarılı olması halinde Mustafa Kemal Paşa’nın bu fedakârlığıma karşılık olarak beni öldürteceğini söyleyerek (onu) himaye etmekten vazgeçirmeye çalıştı. Mustafa Kemal ve çevresi, Fevzi Paşa’ya göre ihtiraslı ve çıkar düşkünüymüş. Hatta maksadı, hükümet şeklini değiştirip diktatör olmakmış./ Kâzım Karabekir’in Gözüyle Yakın Tarihimiz, s. 115)

Kendi kendime düşündüm: “Evet! Acaba kendisini, şeref ve hayatını kurtararak omuzlarımda yükselttiğim bu zat, günün birinde benim hayatımı da kastedecek miydi?”

Terfi sürem çoktan geldiği halde aldırış etmeyen, aleyhimde sürekli olarak, “İstiklal Savaşı’nda nasılsa Doğu’da bulundu. Bana güçlük çıkartmaktan başka bir şey yapmadı” propagandasını yapan ve etraftan laf taşıyanları eksilmeyen Mustafa Kemal Paşa, bu günde hatıratıma el koymaya karar vermişti.

Nitekim hatıratımı elimden almak için 3 kere evimi bastırıp arattı. 3 bin nüsha eserimi yaktırdı ve hayli belgeme el koydu. Ne var ki ancak yazdıklarımın gölgesini yakalayabilmiştir. Aslı bende kaldı. Bu satırları günü gününe tuttuğum o hatıraların ışığında yazıyorum.

Kaynak: Mustafa Armağan, Karabekir’in Gözüyle Kuruluş Yılları Kızıl Pençe, Timaş Yayınları, İstanbul, 2013, s. 187-192

Aktaran: Ömer Ertürk

DİĞER YAZILAR

1 Yorum

  • Sophia , 28/11/2013

    Tarih arasokaklardan öğrenilecekti elbet.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir