Ali Yurtgezen’in tasavvufî şiirin mühim kavramlarından biri olan “şathiyye” hakkında yazmış olduğu yazısını Edebifikir okurlarının istifadesine sunuyoruz…
***
Yunus Emre;
“Çıktım erik dalına, anda yedim üzümü
Bostan ıssı kakıyıp der ne yersin kozumu”
diye başlayan meşhur manzumesini,
“Yunus bir söz söylemiş hiçbir söze benzemez,
Münafıklar elinden örttü mânâ yüzünü”
mısralarıyla bitirir. Bu manzumeye divanlar ile manzumeyi şerheden risalelerde “gazel, kaside” gibi isimler verilse de edebiyat nazariyecileri “şathiyye” diyor. O kadar ki şathiyye türünü izah veya tarif eden bütün kaynaklar, örnek alarak Yunus’un bu şiirini mutlaka zikrederler.
Şathiyye, “dudaklarda bir tebessüm uyandıran, daha ziyade manzum sözler” şeklinde tarif edildikten sonra “şathiyat-ı sofiyane” diye bir tasnife gidilerek, mutasavvıf şairlerin bu sözleri lâ-dinî halk hezeliyatından ayrı tutulur. Şathiyyat-ı sofiyane’ler “Bazı meczupların sözlerini taklit suretiyle yazılmış, zahirde saçma görünen fakat şerh ve tahlili halinde mânidar olduğu anlaşılan manzumeler” diye biliniyor. Aslında “şathiyye” olarak adlandıragelmiş birçok söz ya da manzumenin bu tarife dâhil edilmesi mümkün değil. Tarz olarak birbirinden farklı şatıh örneklerini yukarıdaki tarifle değil ama alışılmışın dışında, çizgi dışı bir üslupla söylendikleri için ortak bir kategori kabul edebiliriz. Nitekim şatıh kelimesinin kökündeki “hareket, sarsıntı” mânâsı ve Mağrip Arapçasında “raks” karşılığı kullanılıyor olmasıyla, bu türün ancak kelime ve kavramlara adeta raksettiren, takla attıran onları yerinden uğratan bir beyan tarzından dolayı farklılık kasbettiği söylenebilir.
Mizah, mübhemiyet, aykırılık, pervasızlık ve binaenaleyh umursamazlık şathiyye türünün hususiyetleri değil, çizgi dışı beyan tarzının muhtelif görüntüleridir. Bu sebepledir ki şatıh örneklerinde bunların tamamına rastlanmaz. Kaynakların “şathiyye” diye nitelendirildiği söz veya manzumeleri üç grupta değerlendirmek daha doğru gibi.
1. Bazı mutasavvıfların vecd ve istiğrak halinde söyledikleri lafzen dinî kaidelere aykırı gibi görünen tuhaf, aşırı sözler. Tasavvufî ipuçları ihtiva etmekle beraber mânâları açık olmayan, şerh ve izaha muhtaç bu türlü sözleri zahir uleması hoş karşılamıyor. Hallac-ı Mansur, Sehl-i Tusterî, Beyazıd-ı Bistamî, Abdulkadir Geylanî,Mevlânâ, Hacı Bektaş-ı Velî, Şıblî, Muhyiddin İbn-i Arabî hazretleri gibi mutasavvıflardan bu minval üzere sadır olan bazı sözler meşhurdur. Söylenenler dahi böyle beyanların tehlikesini kabûl ederler ama bu, Cüneyd-i Bağdadî’nin ifadesi ile “Hâlin söze galebesi”dir. Yunus’un bu vadide söylediği şiirlerden biri:
“Adım adım ileri, beş âlemden içeri,
On sekiz bin âlemi, geçtim bir dağ içinde“
diye başlayıp,
“Yunus aydur gezerim, Dost iledir pazarım,
Ol Allah’ın didarın, gördüm bir dağ içinde”
kıtasıyla biten “bir dağ içinde” redifli manzumesidir. Bir diğeri ise:
“Bir sâkîden içtim şarap, arştan yüce meyhanesi,
O sâkînin mestleriyiz, candan onun pervanesi”
diye başlıyor. Bu manzumenin hitamındaki:
“Yunus bu cezbe sözlerin, cahillere söylemegil
Bilmez misin cahillerin nice geçer zamanesi”
sözleri, Yunus’un “tehlike”nin farkında olduğunu gösteriyor.
2. Şathiyye türünün bir bölüğü münhasıran “ahiret hayatı”nı konu ve cennet nimetine karşı kayıtsız, cehennem azabına karşı pervasız bir tutum yansıtır. Daha ziyade Bektaşî geleneğinde görülen bu çeşit şathiyyelerde “hürmetsizlik” gibi değerlendiren ifadeler, nimet ve külfete bağlı olmayan bir “aşk”ın samimî cüretkârlığıdır. Belki “zahit tipi”nin cennetteki konfora duyduğu iştiha ile cehennem azabından ürpermesinin altındaki nefsaniyetten dolayı ince bir istihza da vardır bu şiirlerde. Kaygusuz Abdal, Pir Sultan Abdal ve Azmî’nin çok bilinen bazı şiirleri bu şathiyye türünün örnekleri sayılabilir. Yunus’un:
“Sırat kıldan incedir, kılıçtan keskincedir
Varıp onun üstüne ev yapasım gelir”
“Altında gayya vardır, içi nâr ile pürdür,
Varaben o gölgede biraz yatasım gelir”
beyitlerinin yer aldığı manzumesi de böyledir. Bu şiirin;
“Derviş Yunus bu sözü eğri büğrü söyleme
Seni sîgaya çeker, bir Molla Kasım gelir”
Şeklindeki son beyitinde hem çizgi dışı üslûbun farkında olunduğunun itirafı, hem de zahir ulemasının zemmi vardır.
3. En başta bazı mısralarını verdiğimiz “Çıktım erik dalına..” matla’lı şiirin dahil edilebileceği “tebessüm vesilesi” şathiyyeleri üçüncü bir grup olarak diğer ikisinden hayli farklı bir yere koymak gerekiyor. İlk iki grupta şathiyyelerin ifade garabetine muhteva sebep olurken, bu defa çizgi dışı üslûp bilhassa tercih ediliyor sanki. Frenklerin “absürd” dediği, eşyanın tabiatına, dolayısıyla mantığa aykırı bir jargon, bu şathiyyelerin ayırdedici vasfı olurken, neden böyle bir ifade tarzının hususen seçildiği sualini beraberinde getiriyor. Pozitivist bir yaklaşımla “saçma” görünen, tebessümü davet eden mizah unsurunu da yine bu “taammüdî saçmalık” ile sağlayan metinler hiç şüphesiz derin mânâlar barındırıyor. Öyle olduğu içindir ki Yunus’un “Çıktım erik dalına” sözleriyle başlayan şathiyyesi Şeyhzâde, Niyazî-i Misrî, Ali Nakşibendî ve İsmail Hakk Bursevî hazretleri tarafından ayı ayrı şerhedilmiştir; Aşık Paşa ve Erzurumlu İbrahim Hakkı hazretlerine nazireler yazdırmıştır. Fakat yine de Yunus, “bir mürşid-i kâmil nezaretinde şeriat, tarikat, hakikat sırasına riayet gerekliliği”ni neden “Erik ağacına çıkıp üzüm yedim.(Beni gören) bahçe sahibi, ‘niye cevizimi yiyorsun!’ diye çıkıştı.” mealinde bir beyitle anlatmayı yeğlesin. Dünya hayatının geçiciliğini, insanın ömür boyu itina ile yığdıklarının bir fiskelik hükmü olduğunu, niçin;
“Şişeden bina kursalar / bir hayli vakit dursalar
Sonra sopayla vursalar/ ne hoş olur şangırtısı”
gibi çocuksu avamî bir coşkuyla versin? Yunus, tasavvuf penceresinden birçok diğer şiilerinde yüzlerce mısrada sofi ıstılahlarıyla, alışılmış remizlere ve son derecede sanatkârane bir tertiple ifade edebilen bir şairimiz. Sayısı az da olsa bu tür şathiyyelere niçin ihtiyaç hissetmiş? Kendisi “Münafıklar elinden mânâ yüzünü örtmek için” cevabını veriyor. Yunus’un şathiyyesine nazire yapan Âşık Paşa da;
“Âşıkî ile Yunus, il bilmez, yola gitti
Münkir olmasın diye, saptırırım izimi”
maktaı ile aynı gerekçeyi ileri sürüyor. İnce mânâların nifak ehlince yahut hoyrat gönüllerce çarpıtılması, tevil edilmesi endişesi var. Fakat bu şathiyyelerde çok temel ve umumî mahiyetteki tasarruf prensiplerinin mevzu edilmesi, üstelik bunların sürekli tekrarlaması, “mânânın yüzünü örtmenin” daha başka bir gerekçesi daha odluğunu düşündürüyor. Hemen her türlü metot denetlenerek devamlı anlatılan bazı temel meselelerin arık sabit bir zamanın haline gelip başka ve daha ileri merhalelere kapı açması beklenirken yeniden başa dönen, sanki hiç mevzu olmamış gibi önceki meseleleri yeniden gündeme getiren fakat yine de anlamayan bir kafa yapısı!
Bütün aleniyetiyle ortada duran hakikatleri fark edemeyen gözlere, mânânın yüzünü örtüp, “Yahu burada bir şey var!” dedirtmek için son bir çaba bu çizgi dışı üslûp.
Söz yine Yunus’un:
“Kerpiç koydum kazana, poyraz ile kaynattım
Nedir deyip sorana bandım verdim özünü”
Ali Yurtgezen
(Gülbank Dergisi, Ekim 1997, TYB Kahramanmaraş Şubesi Yayını)