Dilini teraziye koymadan oynatıp, sonrasında söylediğine pişkin pişkin gülenlerden değilim. Hatta gaf yapıp, hatara kalp kırdığını düşündüğü anda en acı tarafıyla yananlardanım. Sözler, bir velinin sarığındaki ak kadar lekesiz bir duruş sergiler karşımızda. Ancak dokunulmadığı ve üzerine kirli topraklar serpilmediği sürece bu böyledir. Masum olur, inim inim iniler derdini anlatmak için. Sözlerle büyümüş nesillerin en duru köşesini kaptık belki. Büyük insanların batnından doğmasak da büyük imkânların batnına düştük. Hazır bulduk her şey gibi sözlerimizi de. Lafı çatlatmak, gediğine oturtmak için çok düşünmemize gerek yoktu.
Elimizde çocukluktan kalma sözler vardı elbet. Hangimiz yaramazlık yaptığında annesinden “Yılanın başını küçükken ezmek lazım” sözünü duymamıştır. Ve nihayetinde ezilen başımızla annelerimiz adeta bu sözü sakın unutma mesajını vermiştir bize.
Farkına varılmadan aktarılan deyimler konuşmamızın bel kemiğini oluşturdu asırlar boyu. Kurulan bir cümle içerisinde kendine mutlaka yer bulan vazgeçilmez sözler büyüttük kucağımızda. Büyüttük de dokunmadık hiçbir zaman. Çünkü bildik ki söz, söylenilen ilk haliyle kalmalıydı. Sokaktaki çocukla kürsüdeki başkanın kullandığı sözler aynı olmalıydı ki, aynı atanın evlatları olduğumuz belli olsun. Farklılıkların her alana yayıldığı bu zamanda atasözleri kendini korumayı bildi ve bulunduğu yerin ayrımını yapmadı. Değerlerimize bağlılığımızı, geçmişimize saygımızı gösterdik bu şekilde.
Evvelkilerin orijinal yaşayıp, orijinal düşündüklerini bildiğimiz için elimizdekilerin kıymetini bildik. Kokuşmuş mala para vermeyecek kadar akıllıydık. Bunun için nefesimizi boşa tüketmeyip, aldığımız her bir soluğun hakkını vermeye çalıştık. Ve olması gereken yerde, olması gerektiği gibi kullandık ata yadigârı sözleri. Özenle kullandığımız bu sözlerin hikâyesine gelince kimimiz merak etti, kimimiz ise kullanmakla yetinmeyi tercih etti. Oysaki kullandığımız her söz birçok güzel olay sonucunda dile gelmişti.
Atı kaybolan ve bir süre sonra atını çarşıda satılmak üzere bulan Köroğlu’nun satıcıya “atı ver bir deneyeyim” diyerek bindiği gibi ardına bakmadan sürüp gittikten sonra satıcının bağırması üzerine orda bulunan birinin “Atı alan Üsküdar’ı geçti” sözünün çıkış noktası çoğumuzun bilmediği bir hadisedir belki.
Ruh kendi gibi olanı bulur ve onunla ünsiyet kurar. Bu durumu anlatmak için belki birçok kelime sarf etmek, birçok yazarın sayısız sözlerini nakletmek zorunda kaldığımız olur kimi zaman. Ama bu kadar yorgunluk yerine “Tencere yuvarlandı kapağını buldu” sözünü kullandığımız an mesele bitmiştir. Muhatabımız meramımızı anlamıştır o an. Bunun hikâyesi ise Şenn ve Tabaka adlı iki gençten ortaya çıkar. Şenn, kendi gibi bilgili biriyle evlenme arzusuyla arayış içindeyken karşısına Tabaka adındaki genç kız çıkar ve evlenirler. Bu evlilik üzerine çevredekiler “Vafeka Şenn Tabaka” yani “kap kapağına uydu” sözünü söylerler. Çünkü Şenn su kabı, Tabaka da kapak anlamına gelir. O gün bu gündür kendi gibi olanın yanında bulunan, onunla yakınlık kuran kimseler için bu söz kullanılır.
Konuşurken sözlerinin çoğuna küfür katan ve bu durumdan rahatsız olduğu için bir bilgenin yanına giden adamın hikâyesini duyunca tebessüm etmememiz mümkün değil. Bilge, küfürbaz adama dilinin altına bir bakla koymasını, böylece konuşmaya her yeltendiğinde uyanık hal ile küfürden vazgeçeceğini söyler. Adam bu sayede kendini toparlamaya çalışırken bilge adamın yanından ayrılmayı da ihmal etmez. Bir gün yolda birlikte giderlerken pencerenin birinden bir kız “hocam” diye sesleniverir. Kızın sesine karşılık yerinde duran bilge ve küfürbaz adam uzunca bir müddet beklemek zorunda kalır. Yağmurun altında epeyce ıslanan ve kızın bir kez daha “hocam” diye seslenmesine beklemeye kendini mecbur hisseden hoca bir müddet sonra hiddetlenip küfürbaz adama “Çıkar ağzındaki baklayı bu kız hak etti” der ve söz dağarcığımıza bir yenisini daha eklemiş olur.
Bir kabuk daha çatlamış, dışarıya asırlar boyunca kullanılacak bir söz çıkıvermiştir. İsimleri bilinmese de sözleri hayat bulan bu insanlar belki zamanın bir âlimi, belki de bir çobanıydı. Her ne olursa olsun belli ki, ufku geniş, hayat ateşinde pişmiş dolu dolu insanlardı. Şimdilerin kelimenin tamamını bile kullanmaktan aciz olan insanlarına hayat dersinin yanında konuşma dersini de vermiş oldular. Ucundan, köşesinden kırpılan hayatların içinde zaten tastamam bir şeylerin bulunması imkânsızdı. Verilen ebada sıkıştırılmaya çalışılan ve bu nedenle birçok değerini o ölçünün dışında bırakmak zorunda kalan dar ufuklu beyinlerden bu engin sözlerin benzerini istemek bile abesle iştigal etmek olur.
Her ne kadar merhaba’yı meraba’ya çevirip, harf ve anlam zelzelesini yaşatsak da kelimelere, mesele atasözlerine gelince akan sular durur her zihniyette olan insanda. İşte bunun için özeldir bu sözler. Ve özelliğini korumak zorundadır. Biz de “Lafla peynir gemisi yürümez” diyor ve değerlerimize sahip çıkma noktasında icraatın gerekli oluşunu bir kez daha hatırlatmak istiyoruz efendim.
Fatmanur Demir