Zamanın nasıl geçtiğini bile anlayamadığım bir cuma akşamı, üzerime örtülegelmiş yorgunluk yorganını aralayıp hergün ekseriyetle yerine getirdiğim rutinimden kaçmak istedim. İş çıkışı, Üsküdar’a gitmek için, her zaman kullandığım metro istasyonuna gitmeyerek başladım bu kaçışıma. Mecdiyeköy’den Üsküdar’a gitmek, gelişen toplu taşıma imkânlarımızla zor olmasa da haftanın bütün yükü sırtımdaki çantama tıka basa doldurulduğu için ayaklarımı buna ikna etmem pek kolay olmadı. İşlerinden çıktıkları ve haftayı bitirdikleri için yüzünü mutluluk sarmış bir yığın insanın arasına karışıp Şemsi Paşa Camii’ni ziyaret etmek üzere yola koyuldum.
Vapurdan inip camiye doğru yürümeye başladım. Akşamüstü olduğu için güneş bütün kırmızılığıyla tam karşıdan yüzüme vuruyordu. Cami çevresinde de bir insan kalabalığı vardı. Haftalardır süren sıcak havaların bir nebze serinlemiş olması insanların sahile akın etmesinin sebeplerinden biri olabilirdi. Balık tutan, kamp sandalyelerini alıp sevdikleriyle bir şeyler yiyip içen, sahil kenarında müzik dinleyen insanlar bu kalabalığın çoğunluğunu oluşturuyordu. Caminin çevresinin bu kadar kalabalık ve gürültülü olması camiye sadece ibadete gelen biri için rahatsızlık verici olsa gerek. İlk yapıldığı zamanda denizle nerdeyse bitişik olan bu caminin yıllar geçtikçe denizle mesafesi artmış, cami denizden koparılmış ve insanlar, araya inşâ edilen bu yeni yürüyüş yolunu doldurmuştu. Bunları düşünerek camiye girdiğimde gürültünün caminin içerisine çok fazla girmiyor oluşu beni sevindirdi.
Şemsi Paşa Camii’ni neden yazmak istediğim hususuna değinecek olursam, internette bu camiyle alakalı karşıma çıkan bir video beni bu metni yazmaya itti. Malumunuz bu cami halk arasında Kuşkonmaz Camii adıyla da bilinir. Camiye böyle bir isim takılmış olması dikkatimi çekmemişti. İsminden de anlaşılacağı üzere camiye kuşlar konmuyor, hatta konmayı geçtim üzerinden bile uçmuyorlardı. Cami ve çevresinde geçirdiğim süre boyunca bunu kendi gözlerimle de gördüm, gerçekten caminin ne minaresinde ne de kubbesinde kuşlar yoktu. Sonrasında bunun havanın rüzgarlı olmasıyla alkalı olup olmadığını anlamak için çevredeki camilere baktım. Çervredeki camilerin kubbelerinde kuşlar normal yaşantılarına devam ediyor hatta Kuşkonmaz Camii’nin yakınlarında uçuyorlardı ama asla caminin üzerinden geçmiyorlardı. Bu durum, kuşlar arasında alınmış bir karar olamayacağı için sebeplerini araştırmaya başladım.
Cami 1580 yılında Mimar Sinan tarafından Üsküdar’da denizin kıyısına inşâ edilmiş. Çok büyük olmayan Kuşkonmaz Camii, mescid, avlu, medrese ve Şemsi Ahmet Paşa’nın medfun olduğu türbeden oluşmakta. Cami, Osmanlı’da Sadrazamlık da yapmış devlet adamı Şemsi Ahmet Paşa tarafından inşâ ettirilmiş. Osmanlı’da siyasetin ileri gelen isimleri arkalarında eserler bırakarak tebaa ile ilişkilerini kuvvetlendirmiş ve halk tarafından kabul görmüştür. Şemsi Paşa da arkasında bir eser bırakmak istemiş ama bunu sadece halk ile ilişkilerini kuvvetlendirme kaygısıyla değil, o dönemde rekabet içinde bulunduğu Sokollu Mehmed Paşa’dan geri kalmamak için yaptırdığı rivayet edilmiştir. Bu rekabet, Paşa, sadrazamlık görevine kendisinin getirilmesini beklerken Sokollu’nun bu göreve tevdi edilmesiyle başlamış. Rivayete göre Sokollu’nun külliyesinin açılmasından sonra Şemsi Paşa, Paşa’nın yanına gelip, “Efendim yaptırdığınız eserler muazzam ama her tarafına kuşlar pislemiş.” demiş. Sokollu Mehmed Paşa da, “Gökyüzüne açık olan her mekan kuşlardan nasibini alır.” şeklinde bir cevap vermiş. Bunun üzerine Şemsi Paşa, Mimar Sinan’a gidip, “Bana öyle bir cami yap ki üstüne kuşlar konmasın hatta yanında yöresinde bile uçmasın.” demiş. Bu isteğinin altında yatan sebebi Şemsi Ahmet Paşa’nın kişiliğiyle de ilişkilendirmek mümkün. Çünkü kendisi çok titiz ve düzenli bir insanmış. Bazı rivayetlere göre kendisinin kuş fobisi de varmış.
Bunun üzerine Mimar Sinan kuşların etrafında dolaşamadığı bir cami yapmak için hava akımlarından yararlanabileceğini düşünerek araştırmalara başlamış. Rüzgârların birbiriyle kesiştiği noktalarda kuşların uçamadığını keşfetmiş. Ek olarak rüzgârın şiddetinin düştüğü zamanlarda da kuşların ürküp konmaması için minareyi rüzgârın çarpmasıyla bir uğultu çıkaracak şekilde tasarlamış. Ters hava akımlarının oluştuğu, rüzgarların kesiştiği bir bölge ararken caminin günümüzdeki konumunu keşfetmiş. Öyle ki bu konum üç denizin birden rüzgarının kesiştiği noktadır. Fakat zemin, caminin yapılması için çok yumuşakmış ve eğer inşâ edilirse caminin denize kayma tehlikesi varmış. Mimar Sinan yine çağın ötesinde bir deha örneği gösterip, zemine kazıklar çaktırarak camiyi bu kazıkların üstüne inşâ etmiş. Aynı zamanda cami deniz kıyısında olduğu için lodoslu havalarda avlu duvarlarını aşıp içeri giren suların tahliyesi için avluda direkt denize açılan tahliye rögarları koymuş ki bu Mimar Sinan eserlerinde görebileceğimiz tek örnektir. Cami inşaatı devam ederken Sokollu Mehmet Paşa vefat etmiş ve sadrazamlık görevine Şemsi Paşa getirilmiş. Göreve geldikten 6 ay sonra Şemsi Ahmet Paşa da vefat etmiş ve caminin son halini görememiş. Mimar Sinan, bütün bu tasarım ve inşâ sürecinde olduğu gibi büyük titizlikle cami inşaatını sürdürmüş ve Şemsi Paşa’nın vefatından bir süre sonra bitirmiş. Caminin kubbesine de Paşa’nın Şemsi (Güneşe ait) ismine göndermeler yaparak semavi ışık imgeleriyle süslemeler eklemiş ve yıldız, gök, ışık, güneş imgelerinin geçtiği Nur Sûresi’nin 35. ayetini kubbe merkezine yazdırmış. Caminin vakfiyesine, “Zamanın yüzünde sabit ve dayanıklı kalmak ve geceyle gündüzün sayfasında kendinden sonra yadigâr bırakarak insanların dilinde daima övülerek anılmak.” yazısını yazdırarak Şemsi Paşa’nın isminin güzel anılarak yaşamasını sağlamış.
Caminin üzerine kuşların konmamasının sebebini araştırırken, aslında bunun daha farklı sebeplere dayandığını öğrenmeyi beklemiyordum. Hikâyede yer alan iki paşanın da camiyi görememiş olması dünya ile ilgili planlarımızı gözden geçirmemiz gerektiğini hatırlattı. E ne demiş Bâki:
“Âvâzeyi bu âleme Dâvûd gibi sal
Bâkî kalan bu kubbede bir hoş sadâ imiş”
M. Abdülkerim Yayla