Sıkışık bir trafikte ilerliyorsunuz ve yolun sağına-soluna park edilmiş arabalar gördünüz. Aslında onların orada olmaması lâzım değil mi? Çünkü yolun bir şeridini kapatarak trafiğin sıkışmasına sebep oluyorlar. Musluktan temiz su içemiyor, kaldırımda rahat yürüyemiyor, şehrinizin mirası yok ediliyor, birileri çocukların kitaplarına yapay tatlandırıcılı zehirler koyuyor. Sesinizi yükseltebileceğiniz, hakkınızı arayabileceğiniz ya da sizin hakkınızı savunacağına inandığınız mekanizmaların da doğru çalıştığından emin olamıyorsunuz. Ne kadar tanıdık bir hikâye öyle değil mi? Oysa hepimiz kurumsal yapısı oturmuş, belli bir forma ulaşmış, hiyerarşisi, yönetmelikleri ve uygulamadaki karşılıkları çoktan belirlenmiş muhatap kurumların, ilgili süreçleri esasına uygun yürütmesini ve sorun haline bile getirmemesini bekliyoruz. Fakat öyle olmuyor.
Yaşadığımız sorunları bazı kavramlarla ifade etmeye çalışıyoruz. İnsanlarla sohbet ederken adalet, liyakat gibi kavramların etrafında dönüp duruyoruz. Yine de sorunlarımıza ilaç olmuyor. Bu durum siyasi partilerin amblemlerine ya da renklerine göre de değişmiyor üstelik. Hatta sadece bizim yaşadığımız coğrafyada da değil; birazdan bahsedeceğimiz eksikleri tamamlamayı başaramamış her coğrafyada benzer şekillerde yaşanıyor. En fazla şekli ve mağdurları değişiyor. Peki nedir bu eksikler ve bu işi nasıl çözeceğiz?
İşte tam da burada sivil toplum kuruluşlarının devreye girmesi gerekiyor. Bugün yaşadığımız birçok problemin, problem olarak kalmasının temel nedeni henüz “adının konulmamış” olmasıdır.(*) Sivil toplum kuruluşları, sivil toplumun yaşadığı sorunların adını koymakla ve bu şekilde kanun yapıcıların gündemine getirmekle vazifelidir. Son zamanlarda yaşanan EYT, sokak köpekleri gibi konulara bakınca konu daha net anlaşılabilir. Farklı siyasi görüşlerden, sosyo-ekonomik kesimlerinden insanlar, ortak ve tek bir söylemle bir araya gelince sosyal yankı uyandırmayı başardılar. Nihayetinde EYT sorunu -belki biraz da mevcut siyasi atmosferin etkisiyle- kanun yapıcıların gündemine girdi. Sokak köpekleri sorunu da çözülecektir. Genellikle gündem olan bir sorun çözülmeye mahkûmdur.
Yalnız her zaman bu kadar büyük kalabalıkları ortak bir görüş etrafında toplamak kolay değil. Bu yüzden kanun yapıcı kurumlarla doğrudan muhatap olan, milletin meclisteki vekillerinin sorumluluk üstlenmesi lâzım. Fakat mevcut konjonktürde onların büyük işleri var, davaları, ideolojileri var. Haliyle bizim bir “Küçük İşler Partisine” ihtiyacımız var. İdeolojisi uğruna genç nesiller yetiştirme gibi kaygıları olmayan, hatta ideolojisi bile bulunmayan, her ilde, ilçede, kasabada örgütlenme zaruriyeti hissetmeyen, dünyayı dize getirme emelleri olmayan, dâhili ve harici bedhahlarla mücadeleyi kendine vazife görmeyen adı gibi küçük bir parti. Tek görevi toplum içinde herhangi bir ayrıcalığı bulunmayan sıradan insanların dertlerini meclise taşıyacak, başka büyük partiler büyük meseleler yüzünden –sözümona- kavga ederken çekirdek çitleyecek ve sırası geldiğinde “Durun efendiler! Şu işi bir halledelim hele…” diyebilecek vekilleri olmalı bu partinin. Lüks arabalara binmeyecek, halkın içinde siyah pardesü ve korumalarla dolaşmayacak. İroni yapmıyorum, gerçek manada halkın içinde olmalılar ki; hem sorunları bizzat kendileri tecrübe etsinler, ayrımcılığa ve haksızlığa maruz kalsınlar hem de ulaşılabilir olsunlar. Esnafın, masa sandalyeleri yüzünden kaldırımda yürüyemesinler mesela. Ya da kırık kaldırım taşının altında biriken su ayaklarını ıslatsın. Hasta ya da engelli yakınlarını metronun asansörü ya da yürüyen merdiveni çalışmadığı için taşımak zorunda kalsınlar. Hatta toplu taşımaya binemesinler, sıkış tepiş sıra beklerken yandan kaynak yapanlara sinirlensinler. Bütün bunları her gün ‘küçük insanlar’ yaşıyor. Dostoyevski’nin tanımıyla ‘insancıklar…’ Onlar da yaşasın ki büyük davaların peşinde koşmayı bırakıp öncelikle şehirleri yaşanabilir duruma getirmenin derdine düşsünler.
Bir ütopyadan da bahsetmiyorum. Sadece alışageldiğimiz siyaset manzarası takım elbise ve siyah çakarlı arabalardan oluştuğu için ve biz bunu kanıksadığımız için uzak bir hayal gibi geliyor. Oysa insanlar değişiyor, önceki jenerasyonların uğruna kanlı bıçaklı olduğu konular yeni nesiller tarafından ellerinin tersiyle itilebiliyor. Dolayısıyla bir gün bunun gerçekleşeceğini düşünüyorum.
Halktan iltifat gördükçe küçük işler partilerinin sayısı artacak, mecliste birçok tematik parti olacak. Bugün kötü bir Hitler replikası olarak gördüğümüz örnekleri var bu konunun. Maalesef, yöntem olarak tek bir konuya odaklanmış, insanları önemli bir sorun üzerinden konsolide edebilecek damarı yakalamış bir anlayışın bu şekilde heba edilmesi çok üzücü. Yine de bu yöntemin insanlarda karşılık bulduğu, ilk başta karşı görüşte olsalar bile bir süre sonra “evet, aslında bir yerde haklılar” dedirtebildiğini küçük işler partisi kurmayı hayal edenler de görecektir.
İbrahim Halil Aslan
*Bu bölümdeki katkılarından dolayı Sahra Şahin’e teşekkürler…